ur!" dedi ansızın genç kadın ve kara cüppeliyi durdurdu. Akşamüzeri olmadan şenliklerle coşan şehir Egzona' nın kapıları çoktan geride kalmıştı. Bir süre ana yolda ilerledikten sonra sıklaşan kervanlardan uzaklaşmak için ormana girdiler. Böylece istenmeyen gözlerden ve sürekli bir şeyler satmaya çalışan insanlardan kaçabilmişlerdi. Matilda' nın elmalı turtasının enfes tadı hâlâ damaklarındaydı. Buna rağmen iğneleyen sözleri ve bakışlarıyla ettikleri sohbet yeni durulmuştu.

Myra, yüzünde muzip ve zafer karışımı bir sırıtışla etrafı süzdü. Sık ağaçlar ve yüksel çalılıklar vardı. Zeth gene kendi kendine bir şeyler hakkında tartışıyor gibiydi. Kafasını planlarına takmıştı.
"Sakın ola peşimden gelme," dedi Myra büyücüye dönüp ve yakındaki büyük bir çalılığın arkasına geçti. Başı ve omuzlarının üstü rahatça seçiliyordu. Zeth kızın gittiğini ve söylediklerini ancak yanında bir boşluk hissettiğinde fark etti.
"Eh, madem istemiyor," diye mırıldanıp bir ağaca yaslandı.
"Uhm... Şu senin hava elementin... Ortalıklarda mı?" diye sordu Myra olduğu yerden, bu arada omuzlarının hareketinden ellerini arkaya doğru götürüp sırtındaki bir şeyle uğraştığı belli oluyordu. Soru sorduktan sonra etrafa bakındı tereddütle.
"Merak etme, insani duygulara ya da zekâya sahip değildirler ve hayır. İleriyi kontrol etmesi için gönderdim onu."
"Ah, peki."

Genç kadın bir süre daha sessiz kaldı, sırtındaki şeyle uğraşmaya devam etti. Sonra homurdanmaya ve birkaç küfür sallamaya başladı. En sonunda pes etmiş görünüyordu ki garip ve vahşice bir zafer çığlığı koyuverdi.
"Evet! Evet! Eveeet!! Nefret ediyorum bunlardan!"
Ardından tekrar sessizliğe gömüldü ve çalıların arkasında tamamen kayboldu. Birkaç yaprak ve kumaş hışırtısı dışında hiç ses yoktu.
"İşin daha uzun sürecek mi? Yeterince iz bırakmadıysan bir-iki cümle çizeyim diyorum buradaki ağaçlara. Ne ile uğraşıyorsun orda?"
Bir kılıcın, kınına sürtme sesini işitti Zeth olduğu yerden birkaç adım ilerleyince.
"Hiç," dedi Myra çalıkların arkasından çıkarken. Göğüslerini sıkıştıran o korse ve güzel elbise yoktu artık üstünde. Deri bir pantolon, bol bir gömlek giyiyordu. Ayağında bileklerinin biraz üstüne kadar çıkan deri botlar ve belinde de kalın bir kemeri hafifçe aşağı doğru çeken bir kılıç vardı. Çuvala benzeyen çanta eskisinden küçük görünüyordu şimdi. Myra onu çapraz olarak sırtına astı tekrar.
"Eteklerimin çalı çırpıda kumaş ve iplik parçaları bırakmasından ya da o katlı şeyler yüzünden yavaş gitmem konusunda bebekler gibi şikâyet etmeye başlama diye birkaç küçük değişiklik yaptım," dedi alayla. Zeth homurdanarak döndü ve yürümeye başladı.
"Önümüzde küçük bir kasaba var. Yarın akşama en geç orada oluruz."
"Artık oluruz, endişelenme," diye mırıldandı Myra ve yürümeye başladı büyücünün ardından.

Birkaç saat sonra hava pembeleşmeye başlamıştı, güneş batıyordu. Myra hafiften arkada kalmış çantasında bir şeyler karıştırıyordu. Kâğıda sarılmış iki yassı dilim çıkardı ve koşar adım Zeth' e yetişti. Dilimlerden birini büyücüye uzattı, şekerli elma gibi kokuyorlardı. Diğer dilimi de kendisi ısırıp yemeye başlamıştı.
"Al, hadi. Bütün gün tutacak değilim. Matilda bunları erzak olarak verdi."
"Hayır, teşekkürler. Sende kalsın."
Zeth ilgiyle etrafı süzüyordu ki birden durup otların arasına girip diz çöktü. Yerde bir şeyleri incelemeye başladı. Myra iç çekip kendini yakındaki bir kayanın üstüne, çantasını da kayanın dibine attı. Gözlerini devirip dilimden bir ısırık daha aldı.
"Yemelisin, yara--"
Sözlerini tamamlamadan sustu. Çiğnemeyi bırakıp Zeth' i süzdü; ama ne yaptığını anlamaya çalışmadı. Yaralarının ne durumda olduğunu bilmiyordu. Buna rağmen büyücü gayet iyi görünüyordu ya da öyleymiş gibi davranıyordu. Gece, yanından ayrılmadan önce son bir kez kontrol etmişti sadece. Onu gücendirmeden ya da sert çıkmasına neden olmadan durumunu sormak imkânsızmış gibi geliyordu Myra' ya. Gözlerini Zeth' in sırtından kaçırıp ağzındaki lokmayı çiğnemeye devam etti ve kararmakta olan gökyüzünü izlemeye başladı.
"Dün gece," diye mırıldandı gözleri hâlâ yukarıda, kararan ve bulutlanan havadaydı, "Handa, arka sokaklardan birinde birilerinin uğursuz sözlerle birkaç adamı öldürdüğüne dair bir şeyler söyledi insanlar," dedi dalgın dalgın ve turta diliminden bir ısırık daha aldı.
"Dedikodular çabuk yayılır," dedi ve omuz silkti. Keselerinden birine bir tutam ot tıkıştırıp kızın oturduğu kayanın yanında bir aşağı bir yukarı gezinmeye başladı. Myra diğer elindeki turta dilimini havaya kaldırdı, neredeyse Zeth' in burun hizasına kadar; ama gözüne sokmamaya özen gösterdi.
"Bir şeyler yemelisin," dedi durgun bir sesle. Kendisi büyükçe bir lokma daha ısırdı, "Ayrıca, dedikodu olmadıklarını sen de biliyorsun."
"Henüz aç değilim. Söylemek istediğin herhangi bir şey mi var?"
Myra başını kaldırıp büyücüye baktı, "Hayır, yok bir şey," dedi ve elini de başıyla birlikte eğip paketlenmiş turtayı çantasına geri koydu. Elinde kalan dilimi de son bir ısırıkla bitirip yuttu.
"Evet, o adamları ben öldürdüm. Birkaç tane de değildi üstelik. Katil olmam seni rahatsız mı ediyor? Ya da birilerini öldürmem? Biraz içki içince bakıyorum vicdan sahibi oluyorsun."
Myra' nın kaşları çatıldı, yerinden kalktı sertçe, "Ben bir askerim," dedi hışımla, "adam öldürmenin ne demek olduğunu biliyorum. İçkiyle vicdanı bir birine bağlaman--"
Durup derin bir iç çekti ve daha sakin bir sesle konuştu.
"İçki içtim; çünkü ne giysi alacak ne de silah alacak param vardı. Birkaç hokus pokusla insanları yolundan çekebilirsin; ama benim kılıca ve kaburgalarımı ezmeyen giysilere ihtiyacım var. Dolduruşa getirilecek tenekeden bozma şövalyelerin birkaç bira ve bir kadın bedeni için kabul etmeyeceği iddia yoktur. Kaybettiler, ben de istediğimi aldım," dedi, son sözünü söylerken dudakları belli belirsiz kıvrılmıştı.
"Hem, dürüst ol. Sen beni, ben de seni başımdan savmak için en küçük bir fırsatı kolluyoruz. Birileri etrafta hokus pokus sallamayacaksa benim de bir kılıcın kabzasını kavramam gerek," diye ekledi hafif bir alayla.
"Seni sağ olarak kasabaya ulaştırmaya niyetliyim. Ondan sonrası seni ilgilendirir. Askercilik oyunlarına devam edersin. Birkaç adam öldürür, biraz içki içer ve komutanının emirlerini izlersin. Kısaca mutlu hayatını geri kazanırsın," durup gelen yağmur bulutlarına baktı bir anlığına, "heyecanlı bir tartışmayı kesmekten nefret ederim; ama büyük ihtimalle yağmur geliyor. Sığınacak bir yer bulsak iyi olur." Zeth pelerinini omuzlarından cüppesinin önüne kadar düşürdü.
"Neden? Erir misin? Ah, yoksa üşütür müsün? Nasıl üşütebilirsin ki? Sen büyücüsün ve babamın krallığından büyük bir egon var! O kadar derin yaradan kurtulup hâlâ her şeyi tersleyebiliyorken neden yağmuru da terslemiyorsun!" diye bağırdı Myra öfkeyle.
"Hangi krallık oluyor tam olarak bu?" diye sordu Zeth aniden dönüp gözleri parlayarak. Myra olduğu yere çivilendi bir an, sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi eğilip çantasını aldı ve sırtına geçirdi.
"Senin tarih bilginin olması falan gerekmez mi? Büyücü falansın ya," dedi Zeth' e yaklaşırken, "Neyse, Batı' nın barış getiren ilk kralı, II. Marius. Üç oğlunun himayesine giren tüm şövalyeler Marius' u en büyük kral ve babaları sayar. Hepimiz -yani batı krallıklarının şövalyeleri, sen falan değil- onun krallığının çocuklarıyız," deyip omuz silkip yürüdü.
"Tabii ki onun krallığı. Başka ne olabilir ki..." diye karşılık verdi Zeth ve tatsız bir sırıtışla kıza bakarak yürümeye devam etti.
"Evet, başka ne olabilir ki?" diye karşılık veri Myra. Gittikçe soğuyan havanın, yüzüne basan sıcaklığı götürmesini diledi.
"Şimdi öykün biraz daha ilginç olmaya başladı; ama her şeyden önce kendimize bir yer bulmalıyız. Gece, pek hoş olmayan ziyaretçilerle doludur," diyerek ormanın içine doğru ilerledi, "İlerde sık bir orman var. Yağmurdan az da olsa korur."
Myra dudağını ısırdı ve bir elini yüzüne kapatıp çok kısık bir sesle, aptal kız, diye mırıldandı kendi kendine. Sonra büyücünün peşinden koşturup arkasından ilerlemeye başladı.



Kuru, toprak zeminde, ateşin karşısında oturmuş sessizce kıza bakıyordu Zeth. Küçük öfke patlamasından beri Myra tek kelime etmemişti. Yağmur yavaş yavaş yağarken Zeth ertesi günü düşünmeye başladı, kasabada birini görmesi gerekiyordu. İşini hallettikten sonra kızı emin ellere teslim edip yoluna gidebilirdi; ama önce merakını gidermesi gerekiyordu.
"Artık hikâyeni anlatacak mısın?" diye sordu kibarca kıza.
"Hangi hikâye?" diye sordu Myra safça. Bir yandan da çantasını kurcalamaya başlamıştı.
"Senin hikâyen," dedi kısaca.
Myra bir elma çıkarıp ısırdı.
"Biliyorsun işte. Savaştaydık, bozguna uğradık, yolumu ararken şu cadaloz tarafından yakalandım. Köle oldum, sonra sen geldin. Daha sonrasını da biliyorsun işte, buradayız." Elmadan bir ısırık daha aldı, "Hâlâ acıkmadın mı?"
"Krallıklardan bahsedelim biraz da."
"Uhm..." hafifçe öksürdü, "sizlere bu tarihi bilgileri öğretiyorlar sanıyordum ben. Neyse," elmadan bir ısırık daha aldı, "barışlardan sonra II. Marius' un üç tane oğlu oluyor, onlara takımyıldızlarının adlarını veriyor. Aquila, Lacerta," durup boynundaki dövmeyi işaret etti, "zamanla biraz bozulmuş tabii ve Scorpius. Sonra da oğullarına miras olarak ülkeyi üçe bölüyor falan. Hepsi kendi krallıklarını kuruyorlar," elmayı tekrar ısırdı, "ben Lacertanlardanım... Şövalye birliği olarak yani, yanlış alama gene." Elmasını bitirip kalanını ağaç köklerinden birine doğru savurdu, "Turtan hâlâ duruyor bak."
"Sanırım baban seni aramaları için birilerini yollamıştır," dedi Zeth kızı duymazdan gelerek. Myra elmalı turta dilimini Zeth' in kafasına fırlattı.
"Bana bak, babam diye bir şey yok tamam mı? Koca bir metinde ufacık bir betimlemeyi kafana takıp kendince hayaller kurma."
"Bak ufaklık eğer herhangi bir şekilde aranıyorsan başımı olandan daha fazla belaya sokma. Konsey beni suçlayacak yer ararken kaçak bir soylunun yanımda çıkması işleri iyice karıştırır. O yüzden şimdi ne halt döndüğünü bilmek istiyorum."
"Peki, bil o zaman. Ben bir askerim ve ordumu arıyorum. Ne kaçağım ne de soylu. Kralıma duyduğum inanç ve bağlılık için de özür dilerim. Şimdi, uyuyacağım. Sana iyi geceler ve iyi saçma fikir üretmeler."
Sertçe sırtını döndü ve çantasından kahverengi bir pelerin çıkardı. Onu üstüne örtüp, çuvalımsı çantayı da kendine yastık yaparak yattı ve gözlerini sıkıca yumdu. Zeth küçük bir dal parçasını sinirle ateşe attı. Buna, aptal bir kızın ona söylenmesine neden katlanıyordu ki? İstese onu nasıl da konuştururdu, hatta çok daha fazlasını bile yapabilirdi. Zeth yüzünü sıvazlayıp bu düşünceleri zihninden kovaladı, çok daha önemli öncelikleri vardı.

Yağmur kesilmiş ve gece, kara bulutları kovalamıştı. Ay bütün ihtişamıyla parlıyordu. Zeth elini Myra' ya doğru uzattı ve Alvos' un adını aldı tekrar ağzına.
"Myra," diye seslendi usulca. Genç kadından hiçbir karşılık gelmedi. Zeth ayaklanıp oradan uzaklaşmadan hemen önce, "Arion," dedi, "onunla kal. Benden başka hiçbir şey yanına yaklaşmayacak. Canlı ya da cansız" ve Zeth sessiz, hızlı adımlarla ormanın içlerine dalıp gözden kayboldu.

~ * ~

Sabahın ilk ışıkları hayatı yeniden canlandırırken doğa tüm güzelliğini gözler önüne seriyordu. İki yolcunun sığındıkları mağara daha şimdiden meraklı iki-üç sincabın ilgi odağı olmuştu. Zeth mağarada kızın karşısına oturmuştu, elindeki kitabı okumayı bırakmış dalgın dalgın önlerindeki ağaçlara bakıyordu. Yüzü ve özelikle de bakışları çok enerjik görünüyordu. Yanından gelen hafif bir hareketlilik dikkatini dağıttı, kız uyanıyordu. Myra uyku sersemi yerinden doğrulup ileri de ormandaki bir açıklığa dikti gözlerini. Bir süre oraya baktıktan sonra yüzünü sıvazlayıp homurdandı. Büyücüye bakmadı ya da onu umursamadı. Yerinden kalkıp vücudunu olabildiğince gererek gerindi. Gece yatarken yanına koyduğu kılıcı alıp hoşnutsuzlukla süzdü ve esneyerek onu elinde bir iki kere çevirdi. Ardından yalpalayarak birkaç adım attı ve sanki yuvarlanacakmış gibi paldır küldür bir edayla o açıklığa doğru gitti. Bulundukları yerden uzak olmayan bu açıklıkta kılıcını birkaç kez daha savurdu. Bunu yaparken sürekli esniyor ve kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. İfadesi çok ciddiyetsizdi. Bir süre kılıcı sadece salladıktan sonra hareketleri ve tavırları sertlik kazandı. Olmayan bir düşmanla kılıç kılıca mücadeleye girişmişti. Kılıcı savuruyor, saplıyor, savunma yapıyordu. O ağır metal şey sanki bedenini bir parçasıymış gibi hareket ediyordu.

Zeth ise ona ilgiyle bakıyordu. Sabah sabah böyle bir çalışmaya bodoslama dalması komik gelmişti. Büyücü ellerini başının ardından birleştirip gökyüzüne baktı. Dün gece ki ufak macerasından sonra kendisine olan güveni fazlasıyla artmıştı ve şehirdeki küçük fiyaskoyu unutmuştu bile. Doğrulup bakışlarını kıza dikti tekrar, çenesini destekleyen elinde bir parıltı çıktı tüm dikkatleri üstüne çekmek istercesine. Büyücünün şehirdeyken aldığı yeşil yaşlı yüzüktü bu. O kendini göstermeye çalışa dursun Myra kılıcını savurup durmakla daha meşguldü. Yaklaşık yarım saat boyunca devam ettiği hareketlerden sonra kılıcı tekrar gözden geçirdi ve kınına soktu. Belinden sarkan metal parçasıyla bir anlaşma yapmış gibiydi, yüzünde tebessümle küçük kamp yerlerine geri döndü.
"Kahvaltı?" diye sordu Büyücüye bakmadan, çantasının derinliklerine daldırdı gene elini.
"Hayır, teşekkür ederim. Kılıcını sevdin sanırım?"
"Eh, iş görür."
Myra meyve çıkarıp yemeye başlayıp gözlerini önlerindeki açıklığa dikti, "Sen büyücü olduğuna emin misin?"
"N-nasıl yani?"
"Bas baya yani?" dedi kadın, meyvesinden bir ısırık daha alırken.
"Büyü kullanıcısı olduğumu sen de biliyorsun," kızın sorusunun altındaki imayı anlayamamıştı Zeth.
"Hıı... Yani, bir korkuluk ya da bir patates çuvalı değilsin? Ya da avını paylaşmayacak kadar cimrisin? Hani... Yemek yememe konusunda pek ısrarlısın ya, o yüzden sordum."
"Ah paralı askerlerin sadece yemek derdinde olduklarını unutmuşum. Savaşmak ve yemek önceliklerim arasında gelmiyordu sadece. Güneş batana kadar yeme ihtiyacı hissederim artık," Büyücünün gözleri parıldadı, "ama şu an, emin ol ki fazlasıyla tokum hayatım," sesindeki sinsi ton tüyler ürperticiydi. Myra yan gözlerle süzdü onu. Lokmasını yuttu ve sadece "Ben paralı asker değilim," demekle yetindi.
"Orduya katılan soylular her zaman ilgimi çekmiştir. Bir şeyi bu kadar tutkuyla istemek güzel. Eğer şımarık bir velet olduğundan katılmadıysan," Büyücü eşyalarını aldı ve kıza gülümsedi, "Önden buyurun hanımım."
"Babam bir askerdi, kardeşlerim de öyle. Askerler arasında büyüdüm, bir asker gibi. Şımarıklık yapacak vaktim yoktu. Sen tozlu raflar arasında sözcükleri hecelerken ben hayatım ve ülkem adına çarpışıyordum," dedi Myra bir nefeste sertçe. Sözcükler dudaklarından çıkarken bakışları donuklaşmıştı. Duyguları olmayan taş bir bebek gibi konuşmuştu. Pelerinini üstüne alıp çantayı da sırtına geçirince düşünceleri zihninin, anılarının en derin köşelerine sinip onu dalgın; ama sert adımlarıyla yalnız bıraktılar. Myra, Zeth' in önünden geçip gidecekleri yöne doğru ilerlemeye başladı.
"Tozlu raflar arasında sözcük hecelerken?" diye tekrarladı Zeth öfkeyle, elleri kasılmıştı. Hışımla kızın ardı sıra attı kendini, kızgınlığının gölgesi yüzünden geçip yerini sakinliğe bıraktığında, "Ailen nerede?" diye sordu.
"Merak etme, yakında bulurlar," diye kestirip attı Myra, öylesine verilmiş mekanik bir cevap gibiydi bu. Geldiği yerde ise isteksizlik barındırıyordu.

"Hadi," dedi genç kadın, "Gideceksek gidelim."
Yüzünü dönmüştü büyücüye; ama o Zeth' in yol boyunca sürekli laf dalaşı yaptığı kadından farklı bakıyordu. Arabada, Matilda' ya yenik düşen kadından ya da şifon gecelikler içinde yaralarını saran kadından da farklıydı. Myra ardını dönüp yürümeye başladı tekrar. Zeth daha fazla soru sormaktansa sessizce ilerlemeyi tercih etti, yerleşim yerine yarım günlük mesafeleri vardı. Kız, şimdilik sırlarını saklasın; ama zamanı gelince elbet öğrenirdi, her zaman yaptığı gibi.

Ormanda ilerlemeye devam ettiler. Zaman alay edercesine tatlı bir hızlılıkla geçmiş ve öğlen güneşini tepelerine dikmişti. Büyük ağaçlar ve sık yapraklar bile güneşin ışınlarına gölge duramıyordu. Myra başını çevirip biraz dinlenmeyi önerecekti ki burnunun dibinden geçip yanı başındaki ağaca saplanan ok sözlerini gırtlağında bıraktı. Kılıcını çekip çantasını yere bıraktı.
"Arkadaşların için ok çok yavan olur herhalde," diye mırıldandı Zeth' e bir göz atıp.
Birkaç saniye içinde beş adam çevrelerini sarmıştı. Biri uzun, yeşil bir cüppe giyiyordu. Üzerinde siyah kuşaklar vardı. Diğerleri ise sıradan bir okçu ve savaşçı gibi görünüyorlardı. Zırhları üzerinde iki başlı bir yılan arması bulunuyordu. Myra bunu garipsedi; çünkü bildiği kadarıyla böyle bir armaya sahip herhangi bir krallık yoktu. Cüppeli olan Zeth' i süzdü şöyle bir, kıvrılmış yağlı bıyığı altından hafifçe sırıttı.
"Bir kara büyücü görüyorum. Hem de bu ormanlarda. Ne kadar yürek burkucu."
"En azından hâlâ görebiliyorsun. Bizi durdurmanızın sebebini söyleyip özür diledikten sonra yolumuzdan çekilirseniz yaşamanıza izin verebilirim. Bir de o iğrenç bıyıkları kesme konusu var tabii ki; ama gel bunu sonraya bırakalım."
Cüppeli yakındaki kuşları yerlerinden edecek, kulaklara zarar bir kahkaha attı. Sonra duruldu, gülümsemeye devam etti.
"Kızı öldürün, o benim," dedi büyücü. Zeth ona tatsız bir ifadeyle bakarken yeşil kıvılcımlar saçan bir top oluşturdu elinde ve onu fırlattı. Bu sırada okçu Myra' ya oklar yağdırmaya başladı, biri kadının kolunu sıyırmıştı ve Myra küfürler savurup birkaç adım geriye sıçradı. Üstüne inmekte olan kılıçlardan birini savurdu. Savaşçıların arasında kalıp kılıcının kabzasına sıkıca sarılmış olanca gücüyle kendini savunurken birkaç kelime bağırdı;
"Hani pek umurunda mı bilmem! Ama beni boş ver demeyi planlıyordum!"
"Canını acıtmamayı deneriz Orhlaith," dedi savaşçılardan iğrenç bir sırıtışla Myra' ya hitap ederek, sözcük seçiminin karşılığı olarak ise kılıç tutan kolunu kaybetti. Zeth ise gelen yeşil kıvılcımlı topu önünde oluşturduğu bir kalkan büyüsüyle savuşturmuştu. Büyü fazlasıyla basitti; ama Zeth kendisine eş değer olamayacak bile olsa adamın bu kadar zayıf olmadığını sezebiliyordu.
"Eee, sırada ne var? Çakıl taşları mı?" diye sordu tembelce.
Adam sırıttı, ellerini önünde iki yana doğru çapraz yapıp bir şeyler mırıldandı. Zeth' in sağında ve solunda bir biri içine geçen yeşil daireler ve kıvılcımlar oluşmaya başlamıştı. Giderek büyüdüler, büyüdüler ve yaklaşık adamın boylarında onun yeşil kıvılcımdan iki kopyası halini aldılar.
"Görüyorum ki güneş algılarını biraz çalmış. Bu işime gelecektir, gerekirse sonra çakıl taşlarıyla ilgilenirsin," dedi üçü de bir ağızdan. Klonlar ve adam bu sefer için siyah kıvılcımlarında döndüğü üç tane enerji topu yarattılar. Normallerinden daha büyük ve garip bir şekilde rahatsız edici birer auraya sahiptiler. Zeth kendi gözlerine küfretti ve hızlıca bir büyü kalkanı yapmaya başladı. Tadı iyice kaçmıştı adam orta seviyeliydi ve belli ki can sıkıcı birkaç büyü biliyordu. Getirisi fazla olmayacak bir savaştı bu.

Sert bir nida yükseldi Myra' dan ve karşılık olarak savaşçılardan birinden boğuk bir öksürük duyuldu. Omzuna inen bir kılıca karşılık, kendi kılıcının kabzasını adamın boğazına indirmişti. Adam önce kolu, sonra kellesi giden arkadaşının yerdeki cesedine takılıp gerisin geri yere düştü. Kadın, bu sırada onun beline asılı kısa bir kılıcı çekip almış ve durmadan ok yağdıran adama fırlatmıştı, hedefini biraz ıskalayıp adamı yayı tutan elinden vurmuştu. Okçu bebekler gibi bağırarak yere düştü. O kılıcını tekrar savururken Zeth' in yenilediği kalkanına iki tane enerji topu sertçe çarpıp yok oldular. Üçüncüsü ise daha azimliydi sanki, diğer ikinsin çarptığı noktayı yararak geçti ve Zeth' in göğsüne yakın bir yerde son nefesini verircesine yok oldu; ancak siyah kıvılcımlar Zeth' in cüppesini yakıp teninde keskin, soğuk bir his bıraktılar. Düşmanı daha güçlü olsaydı 'soğuk bir his'ten daha fazlasıyla karşı karşıya kalabilirdi Zeth, oysa şimdilik değerli cüppesinin yandığını ve tenindeki acıyı hissedince bu adama gerçekten sinirlendiğini düşünmeye başlamıştı. Tenindeki soğuk his artarak canını yakmaya başladı. Aniden ileri atıldı, büyü sözcükleri dudaklarından püskürürken adama doğru ellerini uzattı. Yeşil cüppelinin her yanını alevler aldı, küfretti; ama aynı zamanda da korkunç bir kahkaha attı. Yeşil-siyah bir gölge oluştu ansızın, zümrüt parıltılı bir pus düştü etrafa ve adam da kopyaları da yok oldu.

"Raaaah!!!"
Myra son savaşçının da göğsünde derin bir oyuk açmıştı, adam geriye doğru sendeleyip düştü ve genç kadın kılıcını sıkıca kavrayıp onun üstüne çullandı tekrar. Geri çekildiğinde bacağına saplı bir ok vardı, bir ok kolunu sıyırmıştı. Sağ omzunda derin bir kesik vardı ve dudağı patlamıştı. Birkaç adım attı sonra kanlı bir tükürük savurdu yere. Zeth' e baktı, ardından omuz silkip kılıcı kınına soktu.
"Ne kadar ilginç bir sabah... Biraz dinlenelim derim ben, en azından yaralarınla ilgilenmek için. Bu tuhaf büyücü canımı sıktı," yeşillinin ölme anı -ki ölüp ölmediğinden emin olamadı- ilgisini çekse de şimdiki önceliği savaştan kalan ganimetlerdi ve biraz dinlenmek kıza da iyi gelirdi.

~*~

Kara mermerlerle yükselen salonda asit yeşili bir anafor belirdi. Tahtında oturup bu ufak gösteriyi izleyen ve elinde zümrütlerle bezenmiş altın bir tacı evirip çeviren adamın gözlerinde sinsi bir parıltı oluştu. Anafor yerini siyahlar ve yeşiller içindeki cüppesiyle yağlı bıyıklı, orta yaşlı bir adama bırakırken tahttaki sırıttı.
"Nereza..." diye mırıldandı tahta oturan. Büyücü ağır adımlarla ilerlerken elini yüzünden geçirdi, yağlı bıyık ve orta yaşlı bir erkeğin görüntüsü yerini gümüş rengi gözleri olan güzel bir kadına bıraktı. Büyücünün siyah saçları gümüşe dönüşüp beline kadar inerken büyük gelen cüppe yerini siyah bir tuniğe bırakarak kadının ayaklarının dibine düştü.
"Lordum," dedi kadın derinden gelen buz gibi bir sesle.
"Anlat," diye karşılık verdi tahtta oturan.
"Kızı bulduk. Güneye gidiyorlar. Yanında bir Kara Büyücü var."
"Bende binlercesi var."
"Hayır, Lordum. Bu adam çok farklı, güçlerini ve ruhunu sezmek bile onların korkudan ölmesine yetecektir," kadın tehlikeli bir uysallıkla tahtta doğru yaklaştı.
"Kovulanlardan mı?"
"En tehlikelilerinden," kadın ufak adımlarla yaklaşırken adam bir süre sessiz kalıp düşündü. Elindeki altında tacı evirip çevirdi tekrar.
"Bu sadece bizi biraz daha geciktirir," diye konuştu. Yerinden kalktı ve kadında yaklaşmayı kesip adama dikti gözlerini.
"Lord Klaus, bu adam göz ardı edilmemeli," dedi dudaklarına yayılan sinsi, zehirli bir sırıtışla.
"Göz ardı etmiyorum Nereza," adam kadına doğru yaklaştı, yüksek pencerelerden süzülen ay ışığı adamın siyah saçlarına oradan da hain planlarla parıldayan mavi gözlerine düştü. "Sadece planlarımıza devam ediyoruz," diye bitirirken sözlerini altın tacı, kadının gümüş saçlarının üzerine bıraktı. İkisinin de gözlerinde bir birine eş parıltılar vardı ve dudaklarına zalim bir çift sırıtış düşmüştü.

~*~

Myra belindeki kemeri, kınıyla birlikte çıkarıp çantasının yakınına bıraktı ve sonra kendisi de yere çöktü. Kolundaki sıyrıkla ilgili pek bir sorunu yok gibiydi; ama omzundaki yara derindi. Ne durumda olduğunu anlamaya çalışsa da bunu pek beceremedi; çünkü yara başını çevirebildiğinden geride kalıyordu.
"İstersen ben yardım edebilirim. Ey güçlü, kudretli; ama boynu tam dönemeyen savaşçı!" dedi Zeth abartılı bir tavırla. Sonra sakince ekledi, "gerçekten derin bir yara. İzin ver bakayım, bu tuhaf tiplerin silahlarında bir tür zehir olabilir."
Myra surat yapsa da başını onaylarcasına salladı, "Peki, kabul ediyorum yardımınızı ey her şeye kadir büyücü."

Zeth yaraya baktı. Derindi; fakat herhangi bir zehir belirtisi yoktu. Hızlı ve acısız bir tedavi kâfi gelirdi. Yerleşim yerine yarım gün sonra ulaştıklarında kız ve yaraları sorun olmaktan çok uzak olacaktı zaten. Tedavi ederken Myra' nın hiç ses çıkarmaması az da olsa takdirini kazandı. Kız dayanıklıydı.
"Bu işe yarar" dedi kesesindeki otlar ve biraz kumaş ile sardığı yaraya bakarak.
"Sağ ol," dedi Myra; ama işleri daha bitmemişti. Bacağına saplı oku çıkartması gerekiyordu. Okun ucu içeride kalmışı. Genç kadın gömleğini yukarı sıvayıp ağzına tıkıştırdı ucunu, dişleri arasında sıktı onu okun arkasına bastırıp ucunun, bacağının arkasından çıkmasını sağladı. Boğuk ve sert bir nida koydu sıkılmış dişleri arasından; ama hâlâ kendindeydi. Okun ucunu kırdı, geri kalanını da çekip çıkardıktan sonra ağzındaki gömleği tükürüp büyücüye baktı.
"Biraz daha otun var mı?"
"Al," dedi büyücü bir tutam otu uzatıp. "Bu adamları tanıyor muydun?"
"Hayır," dedi genç kadın. Otları alıp, sargıladı bacağını, "Ya sen?" diye sordu kınındaki kılıcına abanıp yerden kalkmaya çalışırken.
"Hiç görmedim. Benim peşimde gibi değillerdi. Benim peşimdekiler genelde daha yetenekli olurlar," dedi ukalaca. Myra' nın yüzü hafifçe kasıldı. Bacağı acıyordu.
"Benim peşim de olsalardı, beceriksiz birkaç asker atlamazdı üzerime," diye karşılık verdi. Ağırlığını diğer bacağın vererek ayakta durmaya çalışıyordu.
"O kılıcına çok güveniyorsun. Bence güvenme," dedi sinsice. "Yürüyebilecek gibi durmuyorsun. Sanırım bu gece de burada kamp yapıyoruz," diye ekledi somurtarak.
"Olmaz," dedi Myra, "Hepsini postalamış olmamız karşımıza başkalarının çıkmayacağı anlamına gelmez. Bu sefer daha güçlü de olabilirler. Şehre varmalıyız."
"Madem ısrar ediyorsun. Peki, nasıl yürümeyi düşünüyorsun bu şekilde? Kör bir adam bile istese bizi yakalayabilir."
"Belki de muhteşeme varlığınızın lekelenmesini göze alarak bana bir el uzatma nezaketini gösterircisiniz kudretli büyücü," dedi Myra alayla ve acıyan bacağının üstüne doğru bir adım atmayı denedi.
"Seni şehre kadar taşıyacağımı sanıyorsan, sandığımdan da aptalsın demektir. Bu ikimizi de savunmasız bırakır. Burada bekle beni" dedi ve ormana doğru daldı hızla. Myra o sırada bacağına yükünü vermeye çalıştı; ama yüzü acıyla kasılınca bundan vazgeçti. Bir süre sonra bir katır-at karışımı bitap bir hayvanla çıkageldi Zeth.
"Al buna bineceksin." dedi kıza işaret ederek.
"Heh, olur." Myra hayvana bir göz attı, "ben bile ondan daha hızlı yürürüm." Sırıtıp çantasını sırtladı. Şehre kadar dayanırım, daha kötüsünü de gördüm ben, diye düşündü kendi kendine. Kılıcını beline bağlayıp aksayan birkaç adım attı.
"Şimdi küçük hanım ya bu katıra binersiniz ya da sizi uyutur bir çuval gibi üzerine bağlarım," dedi büyücü ve gözlerinden anlaşıldığı kadarıyla şaka yapmıyordu.
"Hayvana eziyet etme Zeth, buraya kadar bile yürürken yeterince yorulmuş. Ayrıca yürürken sekiyor, muhtemelen bacakları iltihaplanmış. Neden ormanda terkedilmiş olduğu anlaşılıyor," dedi Myra giderek sertleşen bir tonla "ve sakın... Bana bir daha büyü yapmaya kalkma."
"Hayvan gayet iyi durumda," dedi Zeth, bunun doğru olmadığını bilse de. "Sana büyü yapmak istesem beni asla durduramazsın güzelim; ama madem yürümek istiyorsun yürü o zaman " dedi hayvanın kıçına vurdu ve ormana doğru koşmasını izledi. Sonra yavaş adımlarla yola koyuldu.

"Yarım günlük yolumuz var, belki daha az. Karanlık basmadan şehirde olmamız lazım"
Myra cevap vermedi, aksayan adımlarla Zeth' in arkasından ilerlemeye başladı sadece. Zeth homurdandı bir süre sonra, durup kıza kolunu uzattı.
"Bana dayan haydi," dedi kısık bir sesle.
Myra, Zeth' e bir göz atıp iç çekti alayla. Sonra koluna dayandı büyücünün, yine de ağırlığının tamamını vermeye dikkat diyordu.
"O şehirde ne yapacaksın," diye sordu.
"Seni bırakmayı düşünüyorum. Ayrıca uğramam gereken bir yer daha var sanırım."
"Ah, kalbim kırıldı. Ben seninleyken çok eğleniyordum hal bu ki," dedi Myra, biraz canı yanarak.
"Belki de benimle gelebilirsin..." dedi Zeth bir an gözleri tehlikeli şekilde parıldayarak. Durdu ve kafasını salladı. "Hayır! Şehirde ayrılıyoruz böylesi daha emniyetli senin için," dedi kendi kendine konuşurcasına. "Yine de..." konuşması fısıltı halini aldı yalnız kendi duyabiliyordu.
"Bir karar ver istersen," diye sırıttı Myra.
"Şehirde ayrılıyoruz," dedi Zeth kelimeler zorla ağzından dökülürken. Myra hafifçe tebessüm etti. Otlar yaralarına iyi geliyordu; ama şehre vardıklarında dinlenmeliydi. Belki bir-iki gün kalırdı ve bu sırada Zeth' de belki kendi yoluna giderdi.

Şehre giden yolu geri kalanını sessizce sadece olabildiğince çabuk yürüyerek geçirdiler. Güneş batarken kapılara varmışlardı. Myra, Zeth' in kolundan çıktı. Yine de ikisi de henüz ayrılmamışlardı bir birlerinden. Şehrin içlerine doğru ilerleyip yürümeye başladılar. Yağmur giderek şiddetini artırırken bir han bulup kızı emin bir şekilde başından salmak Zeth' in daha çok işine gelecekti.
"Bu yerde düzgün bir han bulmak için kimi öldürmek gerekir acaba?" dedi Zeth homurdanarak.
"Kralı öldür?" diye fikir verdi Myra.
"Değeceğini bilsem emin ol pek zorluk çekmem; ama gereksiz. Saraylar çok kalabalık zevkime göre. Bir süre bekle burada beni," dedi ve ufak bir dükkândan içeri daldı. Beş dakika sonra elinde dolu bir keseyle dışarı çıktı, "İlerde bir han varmış sanırım."
Myra omzunu silkerken yüzünü buruşturup omzunu avuçladı acıyla "İyi, gidelim hadi" diye homurdanıp ekledi, "Demek ayaklarına kapanacak kadınlar ve her dediğini yerine getirecek hizmetkârlar zevkine pek uymuyor," dedi alayla.
"Umarım düzgün şarapları vardır," dedi Zeth iç geçirerek, Myra' nın sözlerini kulak ardı etmişti.

Birkaç dakika geçmişti ki Myra' dan herhangi bir ses gelmedi. Üstelik Zeth ardı sıra gelen bir hareket de hissetmiyordu. Arkasına döndüğün de genç kadının orada olmadığını gördü. Büyücü sağına soluna bakındı, bu yağmurda Myra' ya benzer kimseyi görememişti. Birkaç adım geriye dönerken, konuşurken önünden geçtikleri ara sokağı fark etti.
"Hangi cehennemde şimdi bu?" diye söylenerek ara sokağa doğru ilerledi tembelce. Zeth sokağın başına vardığında karanlığın içinde hareket eden birkaç figür görür gibi oldu. Gölgelerin arasında kaybolup duruyorlardı. Birkaç fısıltı da duydu; ama sözcükleri seçemedi. Sessizce ilerlemeye devam etti. Kara cüppesi yağmurda sırılsıklam olmuştu. Saldırı büyülerinden birkaçı hemen aklında belirivermişti. Savunmasını kontrol etti ve ilerlemeye devam etti sessizce.

Sokağın içlerine, figürlere doğru ilerlediğinde fısıltıları daha net duydu. Dört ya da beş kişiydiler. Erkek olmaları muhtemeldi, siluetleri ve ses tonlarından öyle oldukları çıkıyordu.
"Tanrılara şükürler olsun!" dedi bir ses minnettarlıkla.
"Senin için o kadar çok endişelendik ki!" dedi bir başkası heyecanla.
"Sen yaralı mısın?" diye sordu bir tanesi, ağırbaşlılığın karıştığı şefkatli bir tonla.
"Birkaç ufak sıyrık önemli değil" diyen sesi tanımamak mümkün değildi. Zeth, bunun Myra olduğunu hemen anladı.
"Çıkar gömleğini, kutsal ruhlar adına! Bu sargılarda nesi, ne oldu?" diye sordu aynı şefkatli ses endişeyle. Sonra bir başkası daha konuşamadan kumaş hışırtıları duyuldu. Hemen ardından da tatlı bir ışık parıldadı sokakta. O kısacık an, Zeth' in yüzlere dair birkaç detayı seçmesine yetmişti. Genel olarak Myra' ya benziyorlardı. İki elini genç kadının omzuna dayayıp avuçlarından ışıklar saçılan oğlanın saçları Myra gibi turuncuydu. Sırtında bir ok selesi vardı. Çevresinde duran diğer adamların saçları ise kahverengiydi. İki tanesi tıpa tıp bir birlerine benziyorlardı. Bir diğeri, diğerlerinden daha uzundu ve saçını ensesinden atkuyruğu yapmıştı. Bu üçlünün bellerinde uzun kılıçlar asılıydı. Orta boylu bir diğerinin ise Zeth' e daha yakın gelen bir giyimi vardı. İçinde kitapların olduğu belli olan bir çantası ve belindeki kemere iliştirilmiş kısa bir kılıcı vardı. Ancak en dikkat çekici nokta, hepsinin boynunda tıpkı Myra gibi bir semender dövmesi taşımasıydı.

Karanlıkta devam ediyordu fısıltılar.
"Yanındaki kimdi Lorraine?" diye sordu bir tanesi. Zeth nedense bunun kitaplar taşıyan olduğunu düşündü.
"Off, kapat çeneni Melvin. Ne önemi var bunun?" diye patladı bir tanesi.
"Adam bir kara büyücü, Vincent. Sence bu önemsiz mi?"
"Hayır, çok havalı!" diye atladı sesinin tınısı Vincent' a benzeyen biri.
"Hey... Sakin olun," diye araya girdi daha otoriter bir ses. "En azından bir bildiği vardır."
"Kimin bir bildiği? Lorraine' in mi? Kara büyücünü mü?" dedi
hışımla Melvin' in sesi.
"Neden hepimiz gibi sen de ona Myra demiyorsun ki?"
"Bunun konumuzla ne ilgisi var Lance? Ya da Bay 'Kara Büyücülerle takılmayı çok havalı bulan' söyler misiniz?"
"Hey, ben hâlâ buradayım," dedi Myra' nın sesi, "biraz sakin ol Mel, Kara Büyücü olması kötü olduğu anlamına gelmez."
"Ka--"
"Tamam, kesin artık. Ciddiyim," diye ikinci kez araya girdi aynı otoriter ses.
"Cale haklı çocuklar. Bir Kara Büyücü' den daha büyük sorunlarımız var. Myra belki de onun sayesinde hâlâ hayattadır. Bunu bir düşünün," dedi bir süredir sessiz kalan şefkatli ton. Myra karşılık olarak biraz homurdansa da bir şey demedi.
"Her neyse," diye devam etti otoriter sesin sahibi olan Cale. "Marius ve adamları bir günlük mesafede, aylardır seni arıyorlar. Dante' de onlarla birlikte; ancak Marius' u fikrinden vazgeçirebilmiş değil."
"Dante' yi son gördüğüm de oldukça endişeliydi," dedi Lance' ın sesi.
"Myra," dedi Cale, "Klaus ile nişanlılığın Marius tarafından çok ciddiye alınıyor. Evlenmeni--"
"Saçmalık!" diye atıldı Myra' nın sesi, "Babamız böyle bir evliliğe asla izin vermez. O herifin yüzünü sınırlarımızdan bile görmeye tahammül edemez o! Klaus' un tek derdi krallığı ele geçirmekti, tıpkı amcamız gibi!"
Bir sessizlik çöktü ansızın hepsine. Huzursuz bir sessizlik. Ta ki Cale tekrar dudaklarını aralayana kadar.
"Myra," dedi sesi hüzünlüydü, "babamız öldü." Anlık sessizlik kasvetle geri dönmüştü. "Taç artık Marius' a ait. Kral artık o. Üzgünüm."
"Gitmen gerek Myra, al bunu," dedi karanlıkta o şefkatli ses. Zeth kıza ne verdiklerini göremediyse de artık gizlenmekten sıkıldı, "Ne hoş ne hoş!" diye ortaya çıktı birden. "Bir aile toplantısı, en az ortadan kaybolman kadar enteresan." Son kelimeyi tuhaf bir tonda söylemişti. İkizler bir anda yerlerinden sıçrayıp kılıçlarını kavradılar. Myra' ya en yakın olan ise onu korumak istercesine ardına aldı. Kitaplar taşıyan elinde bir parşömen tutuyordu sıkıca. Sadece en büyükleri herhangi bir tepki verme ihtiyacı duymamıştı. Hazırlıklı olmaya çalışan kardeşlerine şöyle bir göz attı, "Bir Kara Büyücü' yü iki kılıç ve bir parça parşömenle nasıl alt etmeyi planlıyorsunuz?" diye sordu. İkizlerden biri, "en azından deneriz... Yani bir şey yapmaya kalkarsa diye" dedi. Myra ise olduğu yerdeydi, ellerine tutuşturulan çantayı tutuyordu sadece, bakışları donuktu. Kafasının içinde bir savaş veriyor gibiydi, Zeth' i fark etmedi bile.
"Eh, ailede akıllı olanın kim olduğu anlaşıldı. Merak etmeyin size zarar vermek büyük vakit kaybı olurdu benim için. Aile kavuşmanızı da yaptığınıza göre iyi yolculuklar dileyip gideyim en iyisi. Ha bu arada buralarda düzgün bir han biliyor musunuz acaba?" dedi sohbet edercesine. Cale öne çıkıp hafifçe selamladı büyücüyü.
"Ben Lacertan varislerinden Caleb. Bana adınızı bahşeder misin Büyücü?"
"Adım Zeth. Söyle bana Lacertan varislerinden Caleb bu küçük kızımızı almaya mı geldin? Ayrıca Lacertan da neresi oluyor?" dedi merakına yenik düşerek.
"Lacertan, Batı' daki üç kardeş krallıktan en büyücüğüdür Zeth, ancak ne yazık ki Krallıklarımız arasında artık entrikalar ve barış adı altında soğuk savaşlar yapılıyor. Ve hayır, Myra' yı almak için değil. Ona gidebildiği kadar uzağa gitmesini öğütlemek için geldim. Onun yaşamı, krallığımız ve barışımız için çok önemli. Eğer dönerse..." Caleb durdu, bunu dile getirmek onun için çok acı vericiydi; ama buna gerek kalmadı.
"Klaus beni öldürecek," dedi Myra "ve biz, bir grup asker. Lacertan' ın, Üç Krallık' ın, en gururlu, en yüksek rütbeli şövalyeleri... Bir süt çocuğunun adını duyunca dizlerimizi titretiyoruz!" diye bağırdı hışımla. Gözleri dolu dolu olmuştu.
"Myra!" dedi endişeyle şifa veren, kardeşini omuzlarından tuttu. "Klaus' un ardından devasa bir ordu var. Kara Büyücülere, Cadılara ve ne olduğunu bile bilmediğimiz şeylere topraklarını açtığından beri iki krallıktan da korkutucu derecede güçlü hale geldi. Ona karşı, büyülerine karşı en ufak bir şansımız bile yok."
"Ale haklı, Marius bile artık onun yanında... Ya da etkisinde," diye homurdandı ikizlerden biri.
"Kaya Büyücüyey vay ühü ühü," diye alay etti Zeth. "Bugünlerde önüne gelen kendine Kara Büyücü diyor zaten. Ne kadar utanç verici bir durum, şimdi zerre umurumda olmayan bu konuları açıkladığımıza göre ben bebek bakıcılığından kurtulup Duer mağ-- yoluma gidiyorum," dedi ani bir düzeltmeyle. Yüzük olan elini kaldırdı kardeşlere doğru kibirli bir şekilde salladı, "Siz lakerda kardeşler umarım aradığınızı bulursunuz. Ya da bulmazsınız."
"Bekle!" dedi Caleb öne çıkarak.
"Efendim?" diye karşılık verdi durdurulmaktan sıkılmışçasına Zeth. Caleb, Myra' yı kolundan tuttuğu gibi ona doğru fırlattı.
"Bu ne şimdi? Yol için atıştırmalık mı?" dedi kızı kibarca yakalayarak. "Farkında değilsiniz; ama ben bir KARA BÜYÜCÜYÜM! Ve eğlenmeye de gitmiyorum."
"Bunun farkındayım," dedi Caleb sertçe. Çok ciddi görünüyordu. "Adının nerelere kadar uzandığı hakkında bir fikrin olmayabilir Zeth; ama aralarından ayrıldığın insanlar senin adını duyduklarında titremekten kendilerini alamıyorlar. Kız kardeşimin güvende olmasının tek yolu bu. Klaus' un büyücü fahişesi bile onun yanına yanaşmayı göze alamaz, eğer sen onunla olursan." Caleb yeşil gözlerini Zeth' in koyu gözlerine dikti.
"Peki, peki şimdi baştan alalım. Hepimiz benim Kara Büyücü olduğumda hemfikiriz değil mi?" dedi etrafına sorarcasına bakarken. "Kara Büyücülerin sadece kendileri için çalıştıklarını da biliyoruz sanırım? Evet, güzel. Peki, söyleyin bana benim sizin için bunu yapacağımı nerden çıkardınız? Neden hepinizi öldürüp bu dırdırdan kurtulmayayım?"
Caleb tebessüm etti, "Evet, bunu da yapabilirsin. Bu hepimizi savaşma ve hayatta kalma mücadelesinden kurtarır. Açıkçası hiç sorun olmazdı," dedi.
"Cale?!" diye bir nida koydu kardeşler aynı anda.
"E çok hoş. Cidden dokunaklı," dedi Zeth. Birden gözü Caleb' in belindeki hançere takıldı. "Onu nereden buldun sen?" deyiverdi. Cale onu belinden çıkardı, "Babamızındı, ilgini mi çekti?"
"Caleb! Aile yadigârlarını öy--"
"Sus Mel," dedi Caleb, "Evet, Zeth?"
"O silah babanızın değildi," dedi bıçağa bakarken. "Yapmam gereken bir işim var ve bu iş sırasında kız ölebilir. Daha da iyisi, onu ben öldürebilirim. Bunu biliyorsunuz değil mi?"
"Myra büyücülerden hiçbir zaman haz etmemiştir Zeth. Melvin ki kendi öz kardeşidir, onun bile büyüyle ilgilenmesi," anlarsın dercesine omuz silkti, "Senden, gördüğü yerde ayrılabilirdi; ama o yanında kalmayı seçmiş. Asla korunmaya ihtiyacı olduğunu düşünmez. Sende, bizim ve başkalarının göremediği bir şey görmüş olmalı. Sana güvenmiş. Bu benim için yeterli ve hançere gelince. Savaş ganimetiydi. Babam genç bir şövalye iken barbarlara karşı kazandıkları zaferin onuruna büyükbabam tarafından ona verilen bir armağan," Caleb hançeri Zeth' e uzattı. "Kız kardeşimi yanına almanı istiyorum Zeth. En azından kendini savunma şansı olacaktır."
"Bu işin sonu hiç de iyi olmayacak," diye söylendi Zeth. Ağzını tekrar açıp bu saçmalığa daha fazla katlanmayacağını dile getirecekti ki gözü çatılardan birine takıldı. Yüzünden kan çekildi adeta. Caleb' ın keskin gözleri bu detayı fark etse de dile getirmedi. Bacağında mesaj olan bir baykuştu Zeth' in gördüğü ve doğrudan büyücünün omzuna kondu. Zeth mesajı alır almaz ise hayvan kanatlanıp uzaklaştı. Mesajı uzun uzun inceledi. Bir süre sonra Kafasını kaldırıp kendini süzen Caleb' e baktı.
"Kız benimle gelecek," diye cevapladı uysalca. "Hançer için teşekkürler," dedi adamın elinden kapıp.

Caleb başını hafifçe onaylarcasına salladı ve bir de içi dolu ağır bir kese fırlattı Zeth' e. Sonra kız kardeşlerine son bir kez bakarak arkalarını dönüp gittiler. Myra bir süredir konuşmadan sadece olan biteni izlemişti. Ağabeylerinin ardından bakan gözleri yere düştü. Kucağındaki pakete sarılıydı hâlâ. Zeth kızın omzuna dokundu. Tavırları birden çok değişmişti.
"İyi misin Myra?" dedi kıza. Myra yüzünü kucağındaki çantaya gömerken ince bir hıçkırık yükseldi kızdan. Gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. Bir biri ardına gelen hıçkırıklarla sarsıldı bedeni yağmurun altında. İkisi de giderek daha çok ıslanıyorlardı.
"Haydi, gel. Bir han bulalım," dedi kızı usulca kolundan tutarak, "Kara Büyücülükten şövalyeliğe terfi eden tek kişi benimdir herhalde," diye söyleniyordu. Myra dudağını ısırıp kendini susturmayı denedi bir süre. Zeth' in kendini yönlendirmesine karşı çıkmadı. Kardeşi yaralarını iyileştirdiği için artık daha rahat hareket edebiliyordu. Ara sokağın girişinden çıktıktan sonra bir süre daha yürüdüler. Birkaç butiği geçtikten sonra pekiyi gibi görünmese de durumu fena sayılmayan bir han çıktı karışlarına.
"Harika bir yer şuraya bak," dedi sesinde abartılı bir neşeyle "ne kadar harika bir han." Myra'nın hâlâ umursamadığını görünce, "Kahrolası bir kara cüppeliyim benden ne bekliyordun ki" diye söylendi kendi kendine. "Haydi, içeri girelim yeteri kadar ıslandık zaten," dedi ve handan içeri girdiler.

Hancı oldukça sıska ve hafif kamburu olan bir adamdı. Müşterileri görünce bir süre hareketsizce onlara baktı. Neden sonra sanki içeri girdiklerini fark etmiş gibi onları karşıladı.
"Hoş geldiniz efendim. Nasıl yardımcı olabilirim?"
"Boş odan var mı?"
"Tüm odalarım boş lordum."
"Pekâlâ, bize yan yana iki oda ver. Biraz yiyecek ve şarap. Umarım şarabın iyidir," dedi hancıya sakince.
"Evet, evet iyidir lordum," dedi hancı, ayaklarını sürüyerek tezgâhın arkasından çıktı. Biraz kamburu vardı. Cebinden şıngırdayan bir anahtar demeti çıkararak yukarı çıkan merdivenlere yöneldi. İzleyin dercesine işaret etti. Yukarı çıktıklarından Myra ve Zeth' e yan yana iki odanın anahtarını verdi.
"Birazdan yemeklerinizi getiririm," diyip aşağı kata indi.

Odaya girip kızı yatağa oturttu Zeth.
"Hey iyi misin? Senden daha canlı ölüler görmüştüm," dedi gülerek. Kızın suratının değişmediğini fark edince tekrar homurdanmaya başladı kendi kendine.
"Myra?"
Myra kucağındaki şeye biraz daha sarılıp iç çekti. Sonra başını kaldırdı, başarısız bir gülümseme çabasıyla "Bir kara büyücü var karşımda, neşe saçmamı mı bekliyorsun?" dedi duraklayarak. Alaylı bir ton vermeye çalışmıştı sesine; ama bunu bile becerememişti.
"Hıh. Benim kadar kudretli ve yakışıklısı varken diz çökmen gerekir," dedi sahte bir ukalalık katarak sesine. "Sorun nedir, anlat bakalım."
Myra' nın yüzündeki gülümseme çabası uçup gitti. Göğsüne bastırdığı çantaya düşürdü bakışlarını. Sonra onu kucağına indirdi. İçinde bir paket vardı. Paketi çıkarıp açtığında altından yapılma, narin, zarif bir taç çıktı içinden. Bir prensese ait olduğu belliydi. Myra onu tutarken elleri titriyordu.
"Hmm, sürgündeki prenses. Eski hikâyedir. Tahtını geri alamıyorsun ve aynı zamanda bana mahkûmsun. Söylemek istemem; ama hayatın berbat," dedi gayet ciddi bir tavırla.
"Sürgün de değilim," dedi Myra usulca. "Kaçıyorum. Taçtan ve protokollerden. Annem ben doğarken öldü. Prenses olmayı öğrenecek bir örneğim yoktu. Bütün kardeşlerim erkekti, ben de şövalye olmayı öğrendim sadece. Babam bununla hep gurur duyardı. Bu... Bu annemin tacıydı. Babam evleneceği kadını seçtiğinde, bunu anneme vermiş. Aile geleneklerine göre taç daime kız çocuğa devredilir; ama babamın kız kardeşi yokmuş. Bu yüzden o da, eşine devretmiş." Myra iç çekti, taca baktı onu okşarcasına, sanki biraz da onun varlığından nefret ediyor gibiydi. "Bunu ancak ben verebilirim bir erkeğe, tekrar benim başıma takması için ve o zaman, onun eşi olurum. Sadece bir sembol; ama ailelerimiz ezelden beri bağlıdır geleneklerine. Klaus, taç olmadan benimle evlenemez."

Gerçi niyeti hiç bu olmadı...

Myra durup, bir anlığına tacı Zeth' e uzattı. Kahverengi gözlerini, onun gece karası gözlerine dikti ifadesizce.
"Hmm güzel tacın varmış. Bana göre biraz süslü. Peki, şimdi ne yapmayı planlıyorsun?" dedi gözlerini kızdan kaçırarak.
"Zeth..." dedi usulca Myra, "sen bir büyücüsün. Bunu... Bunu yok edemez misin?"
"Tabii ki edebilirim. Hatta seni bile pek az zahmetle yok edebilirim. Biraz daha uğraşla kardeşlerini hatta krallığını bile yok edebilirim yeterli güç ve zamanla. Tacı yok etmek benim için çocuk oyuncağı. Madem bunun için mücadele etmeyecek kadar korkak, pısırık ve işe yaramazsın neden olmasın," dedi umursamaz bir tavırla. Bu sefer kıza bakıyordu. Myra' nın gözleri doldu.
"Ben... Ben bu tacı istemiyorum Zeth. Hayatımı, geleceğimi... Kararlarımı bir sembol belirlesin istemiyorum. Başımda babamın kanı olan bir taç taşımak istemiyorum," birkaç damla yaş düştü gözlerinden, "Ama halkım için, onlar için ölümüne çarpışırım. Bunun için bir sembole ihtiyacım yok."
"Tamam, bana uyar. Hadi gidip bütün ülkelere bunu anlatmaya çalışalım. Tapınaktaki halimden daha komik görünürüz elbet. Mızmızlanmayı bırak bu taç olmadan hiçbir şekilde gücün olmaz. Madem babanın kanı var o zaman buna değsin en azından." Kızın gözlerine bakıyordu. "Eğer bu yolda ölecek cesaretin yoksa sana olan birazcık saygımı da kaybedersin asker." Son cümleyi katı bir şekilde söylemişti, Myra' ya dokunacağından o kadar emindi ki. Genç kadının tacı Zeth' e uzatan elleri titredi. Avuçları içinde biraz daha sıktı tacı ve kendine çekti. Bakışlarını kaçırmadı; ama üzüntüsü içinde boğuluyor, çığlıklar içinde ağlamamak için kendini zor tutuyordu.
"Yorgunum," dedi bir süre sonra soğukça, "izin verirsen, biraz uyumak istiyorum."
"Tabii ki de. İyi uykular prenses" dedi. Bu sefer son sözcüğü saygıyla söylemişti. Odadan çıktı ve kendi odasına gitti. Baykuşun getirdiği parşömene bakmaya başladı. Yüzü tekrar beyazlamıştı. Bir sözcük söyledi ve parşömen yanarak yok oldu. Hancı yemek getirmek için kapıları çaldığında ikisinin de karşılık verecek hali yoktu. Dikkatleri başka yerlere kaymıştı. Zeth' in zihnini parşömendeki yazılar kurcalarken kulaklarına da yan odadan gelen hıçkırıklar çarpıyordu. Myra yatağında kıvrılmış, ölürken yanında olamadığı babası için ağlıyordu. Taç avuçlarının içinde sıkıca kavranmıştı. Genç kadın saatlerce ağladıktan sonra yorgunluk ve uyku tarafından esir alındı. Sesi kesildiğinde sabah olmasına bir-iki saat kalmıştı.

~*~

Sabahın ilk ışıkları gökyüzünü aydınlatırken Zeth hâlâ oturmuş boş boş bakıyordu odanın içine. Gözlerinde yaşlar vardı, kendini toparlamak için kafasını salladı. Hançere baktı gülerek. Sonra odadan çıkıp Myra' nın odasının kapısına vurdu iki kere. Birkaç tıkırtı duyuldu içerden karşılık olarak. Genç kadın kapıyı açtı, gözleri ve yanakları kızarmıştı. Gözlerini kaçırarak, "Günaydın," diye mırıldandı.
"Günaydın. Güzel bir gece geçirmişsin bakıyorum. Kahvaltı için hancı bizi bekliyor aşağıda. Pek müşterisi yokmuş herhalde yemeklerinin güzelliği yüzündendir." Yüzü ifadesizdi Zeth' in, "Haydi, boş mide her zaman huzursuzluk yaratır der di... bir arkadaşım," derken son sözcüklerde tereddüt etmişti.
"Ah, arkadaşın da mı vardı senin" dedi Myra, kendini zorladığı çok belliydi. Çantasını omzuna alıp odadan çıkarken Zeth' in boş odaya bakarak fısıldadıklarını duymadı, "Evet, vardı."

Myra sessizce merdivenlerden aşağı indi. Zeth' de peşi sıra gelirken hancı gene onlara sanki ilk kez görüyormuş gibi baktı, ardından orda olduklarını tekrar fark edip selamladı ve kahvaltı çıkarmak üzere mutfağa gitti. Han o kadar boştu ki, Myra aynı boş ifadeyle masalara baktı.
"Bu kadar boş olması hiç hoşuma gitmiyor," dedi Zeth hancıya şüpheli gözlerle bakarak. Yıllar yılı yaptığı yolculuklarda engin bir paranoya edinmişti.
"Evet, ben de hoşlanmadım," deyip hak verdi ona Myra. "Biran önce gitsek buradan..." diye mırıldandı. Mutfağın kapıları gıcırdadı o arada ve hancı elinde iki tabakla geldi. Fazla pişmiş birkaç et parçası, hafif kararmış bir omlet koydu ikiliye en yakın olan masaya. Hemen ardından tezgâhın arkasına girip bardaklarla ilgilenmeye devam etti.
"Harika bir ziyafet," diye burun kıvırdı büyücü. Kesesinde onlara yetebilecek yiyecekler vardı; ama idareli kullanmak niyetindeydi.
"Evet, buradan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?"
Myra suratını ekşiterek masaya oturup etlerin birazını tırtıkladı.
"Buradan gitmek dışında mı?" diye mırıldandı.
"Evet. Ne yapacaksın? Ya da daha acıklısı ne yapacağız?" dedi büyücü omletine düşmanca bir bakış atarak.
"Bir fikrim yok," deyip bir parça etle omlete benzeyen şeyi dürttü.
"Ne yani planın yok mu?" dedi Zeth abartılı bir şaşkınlıkla.
Myra et parçasını dişlemeye başladı, "hayal kırıklığına uğradın sanki."
"Tahmin bile edemezsin. Pekâlâ, bir kara büyücü ve bir prenses handa oturmuşlar. Şaka gibi geliyor kulağa. Ne yapacakları hakkında da hiçbir fikirleri yokmuş," dedi Zeth homurdanarak söylemişti son kısmı. Myra eti dişlemeyi unuttu ansızın. Gözleri Zeth' in yüzündeydi. Doğrudan ona bakıp yüzünü inceliyordu. Bakışları minnettarlık ve şefkat barındırıyordu. Sonra hafifçe pembeleşti yanakları ve etini dişlemeye geri döndü, "bir varmış bir yokmuş demeyi unuttun" dedi gözlerini kaçırıp.
"Kardeşlerin kaçmanı söylerken ciddiydi sanırım. Pekâlâ, yapmamamız gereken ilk şey ve gitmememiz gereken ilk yer nedir?" diye sordu ciddi tavırla.
"Bana prenses deme," Myra dişlediği eti dişlenmiş olarak tabağa bıraktı. "Nereye gitmemiz gerektiğini bilmiyorum. Marius' un ve Klaus' un adamları her yerde olabilir. Askerleri alt etmek kolay; ama büyücülerini bilmiyorum. Senin neler yapabildiğine de aklım pek ermiyor; ama bazılarının güçlü olduklarını duymuştum."
"İnan bana benimle baş edebilecek çok az kişi var ve hiçbiri onlar adına çalışmaz. Nereye gitmemiz gerekiyor demedim nereye gitmememiz gerekiyor dedim. Gitmememiz gereken tek yer neresi?"
"Batı."
"Batı' da ne var?"
"Krallık."
"Evet, lakerda bahsetmişti bundan sanırım," dedi Zeth. Bir süre düşünceli bir şekilde oturdu. Yüzüğe bakıyordu."Pekâlâ o zaman Batı' ya gidiyoruz," dedi. Myra hafifçe gülümsedi.
"Marius' un bakacağı ilk yer Batı olacaktır. Ağabeyim her zaman birçok yedek planı olan bir asker olmuştur. Klaus ise Doğu' da ısrar edecektir, asla strateji kurmayı beceremez. Her zaman bir korkak olmuştu." Yüzünde bir tiksindi ifadesi belirdi ve anlık hıncını tabağı öne ittirerek aldı.
"Tamam, o zaman biz de krallığa gideriz," dedi omuzlarını silkip.
"Senin yapacak işlerin yok muydu?"
"Va--"
Aniden dışarıda bir gümbürtü koptu. Dörtnala giden atların sesi doldurdu şehri. Askerler boşaldı her bir yana. Bir ses bağırdı.
"Hanlara bakın, her yere bakın. Acele edin."
Myra hemen ayağa fırladı endişeyle "Klaus bu!" dedi.
"Kıpırdama sakın," deyip kızı geri oturttu ve ellerini başına koydu. Birkaç büyülü sözcük fısıldadı, "Kıpırdamadığın sürece göremezler seni. Şimdi Klaus ile tanışma zamanı," dedi sandalyesine yaslanıp bekleyerek.

Dışarıda askerler evlere ve hanlara dalıyordu. Koyu renklerde üniforması olan bir asker hışımla ikilinin olduğu hana daldı. Ardından birkaç asker daha geldi. Bir tanesi hancının üstüne yürüyüp yakasına yapıştı ve onu tezgâhtan çekip yere savurdu. Biri de kılıcını çekip Zeth' in boynuna doğrulttu. O sırada içeri siyah tonlarda giyinmiş, pelerinli, prens olduğu bariz biri girdi. Zeth' den en az on yaş büyük biriydi, yağlı siyah saçları ve sinsilikle kırpışan mavi gözleri vardı. Saçlarını düzenli yıkarsa pek de kötü bir tipi yoktu. Hancıya çöpmüşçesine bakıyordu ki ardından iki kişi daha girdi içeri.

Bu gelenler beyaz ve yeşil tonlarında üniformalar diyen, rütbece yüksek kişilerdi. Birinin başında zümrütlerle bezenmiş altından bir taç vardı ve ikisinin de boyunlarında semender şeklinde dövmeler bulunuyordu. Koyu turuncu, uzun saçlarını atkuyruğu yapmış olan, "Klaus!" diye haykırdı, "Askerlerini geri çek. Şehri yağmalamaya değil birini arama--"
Tacı olan onu susturdu, "Sus Dante. Git ve dışarıda bekle."
"Marius?"
"Sana bir emir verdim asker."
Dante' nin yüzü kasıldı, selam verdi ve ekledi, "Evet, Lordum." Dante dışarı çıkarken Klaus pis pis sırıtıyordu. Marius pelerinin altından bir parşömen çıkardı. Açıp ikisine doğru tuttu. Parşömende Myra' nın oldukça başarılı kara kalem bir portresi duruyordu. Tacı, soylu giysileri ve mutluluk dolu bir gülümseyiş vardı yüzünde. Şimdiki halinden oldukça farklı genç, asil bir kadını andırıyordu.
"Gerçekten güzel bir resim bu Klaus. Sence de öyle değil mi Marius? Kardeşini çok güzel çizmişler," dedi dostlarıyla sohbet edercesine. Klaus ve Marius' un bakışları daha dikkatli bir şekilde düştü Zeth' in üstüne.
"Sen de kimsin be adam?" diye gürledi Klaus. Beyazlar içindeki kral ise parşömeni yavaşça çekip büyücüyü süzdü. Zeth, Marius' un gözlerini üstünde hissettiği zaman bir tuhaflık sezdi; ama his ortaya çıktığı gibi yok olup gitti.
"Adım Zeth. Kara Büyücüyüm. Belki de hancıyımdır bilemiyorum; ama bana bağırılmasından hoşlanmam. Düzgün konuşamayacaksan bırak Marius konuşsun benimle. En azından onun korkak olmadığını biliyorum."
Marius' un yüzünde anlık bir sırıtış belirip kayboldu. Myra bunu oldukça net görmüştü, bu o kadar... Yabancıydı ki. Ağzını açmak üzere olan Klaus' a doğru, "Lordum, izin verin bunu ben halledeyim," dedi. Klaus dudaklarına gelen sözcükleri yutarken zehir zemberek bir bakış fırlattı Marius' a. Kral ise sakince selamladı büyücüyü, "Sizi dinliyorum Kara Büyücü," dedi, derken de 'kara' sözcüğü üstünde ilginç bir vurgu kullandı.
"Aslında amacım sadece Klaus ile dalga geçmekti. Sen bunu yapmadan nasıl duruyorsun anlamıyorum. Ah! Hatırladım! Sen onun için kardeşlerine ihanet etmiştin," dedi Zeth iğneleyici bir tonda. "Neyse benim merak ettiğim kızı neden aradığınız. Sanırım geçen gün onu görmüş olabilirim."
"Babamızın son dileğini yerine getirmek istiyorum Büyücü. Lorraine ' nin nişanı barış sözleşmesiydi ve bunu gönülden kabul etti. Eşini kendi elleriyle seçti. Aklının çelindiğini ve yuvasından alıkonulduğunu düşünüyorum. Küçük kardeşim bir prenses olarak evine döndüğünde çok mutlu ve huzurlu olacaktır. Ayrıca ben onun ağabeyiyim, ailemin yakınımda olmasını arzuluyorum. Kardeşimi çok özledim," dedi Marius soğuk bir tebessümle.
"Sıcak bir aile özlemi demek, peki kız kardeşin bunu istemiyorsa?"
"Ah," dedi Marius dişlerini gösteren bir gülümsemeyle, "Sevgili Lorraine hep genç ve tecrübesiz olmuştur. Genç bir kadının aklı kolayca çelinebilir. İnsanlara çok kolay güvenen sevgi dolu bir yüreği var. Yanlış kişilerin çevresini sarması mümkün. Hem, gerçekten gelmek istemiyorsa, bunu bana bizzat söyleyebilir. Kardeşimin kararlarını göz ardı edecek değilim. Bizler yetişkiniz ne de olsa, değil mi Büyücü?"
"Sanmam ben kendimi daha çok bir genç olarak görmüşümdür. Yakışıklılığımla filan," dedi Zeth. Marius' a doğru bir adım attı artık yüz yüze duruyorlardı.
"Benim kim olduğumu biliyor musun?" diye sordu tehditkâr bir tonda.
"Bir kara büyücü olduğun yeteri kadar bariz değil mi?"
"Bir kara büyücü? Buna hakaret derim. Sen ne dersin hayatım?" diye döndü Myra' ya ve Myra birden görünür oldu, "Kılınızı kıpırdatmadan önce şunu bilin. Tek bir sözcükle sizi öldürebilirim. O yüzden sakın beni sınamayın," dedi Zeth. Eskisi gibi neşeli ya da ukala değildi. Korkutucu görünüyordu ve aurası muazzam derecede büyümüştü. Klaus sinirlerine hâkim olmaya çalışarak, "Aşkım!" diye yapmacık bir feryat koydu. Marius sinsice sırıtmaktan başka hiçbir tepki vermemişti. Myra ona giderek büyüyen bir korkuyla bakıyordu, Klaus' un yapmacıklığını görmedi bile. Askerler ise aniden olup bitenlerden dolayı kafaları karışmışçasına bir birlerine baktılar. Zeth bir birini takip eden iki sözcük söyledi ve kız ile kendisini içine alan büyülü bir alan oluşturdu. Konuşması için Myra' nın omzuna dokundu. Myra, Zeth' in kolunu tuttu sıkıca. Sanki bir şey olacakmış da onu kaybedecekmiş gibi sıkıca tutuyordu.

"Zeth... Lütfen, gidelim," diye fısıldadı sadece onun duyabileceği bir şekilde. Genç kadının yüzü bembeyaz olmuştu.
"Hanımefendi arkadaşlığınızdan haz etmedi. Şunu söylememe izin verin; adım Zeth ve bu hanım benim korumam altında. Ayrıca bir dahaki karşılaşmamızda ikiniz de ölmüş olacaksınız. Arion! Askerleri öldür; ama bu ikisine dokunma," dedi ve kendilerini başka yere götürecek bir büyü yaparken askerlerden birinin çığlığı kulaklarında çınladı. Etraflarındaki görüntüler bulanırken Myra, Zeth' e sıkıca sarılıp gözlerini yumdu. Peşlerinden gelen çığlık ve kemik kırılması seslerinden sıyrılarak birkaç gece önce kamp yaptıkları mağaranın yakınlarındaki bir mezarlıkta buldular kendilerini.
"Eh yapabileceğimin en iyisi buydu," dedi özür dilercesine. Myra' nın yüzünde bir dehşet ifadesi vardı. Ayaklara yere bastığında Zeth' i bırakmadı. 'Yüce tanrım! Kutsal ruhlar!' gibi şeyler söylüyordu durmadan, gözleri irice açılmıştı.
"Kendine gel kız! Hiç mi büyü görmedin hayatında," diye bağırdı Zeth onun kollarından kurtulurken. Sonra dağılmış ve bazıları açılmış mezarlara baktı. "Tamam, son gelişimde burayı biraz dağıtmış olabilirim; ama seni temin ederim o handan iyidir," dedi ukala tavrına geri dönerek.
"HAYIR!" diye gürledi Myra aniden. Zeth' in iki yakasına yapıştı. "Anlamıyorsun! O değildi, Marius değildi o! Marius bana asla Lorraine demez. O, o mimikler, o tavırlar. Onlar Marius' un değildi!" deyiverdi nefes almaksızın bir çırpıda.
"Hay lanet!" dedi Zeth, "Bende neden bu adamdan hoşlanmadım diyordum. İçimdeki garip hissi dinlemem gerekirdi ya neyse." Kızın ellerini üzerinden indirdi. "Sakin ol artık. Güvendeyiz şimdilik. Bundan sonra ne yapacağımızı düşünmemiz lazım."
"Marius, Dante' ye asla öyle emir vermezdi. Cale ve diğerleri bunu nasıl olur da fark etmez," diye kendi kendine konuşmaya başladı birden Myra.
"Ailen biraz daha zeki olsa seni o embesil ile nişanlamazdı. Her neyse şimdi ne yapacağız? Yeterince can sıkıcı işler yapıp vakit kaybettim zaten."

Myra bir anda dönüp Zeth' in üstüne atladı ve onu dudaklarından öptü. Hemen ardından da boynuna sarıldı sıkıca.
"Sen olmasaydın, sen olmasaydın asla anlayamazdım!" dedi sevinçle. Zeth' in yanakları kızardı. Sonra toparlanarak, "Tabii ki anlayamazdın. Ehm... Evet, şimdi ne yapıyoruz?" dedi hafif utanarak. Myra, Zeth' i sıkmayı bırakınca geri çekildi ve bir şeyi fark edip hışımla cevap verdi.
"Beni kimse Klaus ile nişanlamadı. Babam asla böyle bir söz vermedi," gözleri doldu tekrar, "babam aylardır hasta yatağındaydı. Kendine sonsuz gençlik, yaşam ve sağlık vaat etselerdi bile bu nişanı onaylamazdı." İç çekip tekrar devam etti, "Yapmam gereken işlerim var diyordun, bunun için vakit elde etmiş olabilirsin. Bir süre inlerine çekilip seni yenme planları yapacaklardır sanırım," dedi endişeli bir tonda. Bakışlarını Zeth' e dikti tekrar, sesi kadar endişeli görünüyordu.
"Pekâlâ, yapacağım işler vardı o yüzden buraya geldik. Seni burada bırakmam gerekecek benimle gelemezsin. Yanına birkaç koruma bırakabilirim ve büyüm sayesinde kimse seni burada bulamaz," dedi düşünceli bir halde. "Eğer geri dönemezsem burada uzun süre saklanabileceğin kadar erzak bırakabilirim sana. Yine de emin ellerde olman daha iyi olurdu..." Kendi kendine konuşuyordu.
"Zeth...?"
"Efendim?"
"Uhm... Dikkatli ol."
"Ben mi? Yapma benimle başa çıkabilecek güçte kim var ki?" Sesi titremişti. Belinden Caleb' in hançerini çıkardı kıza uzattı. "Eğer bir sorun çıkarsa, herhangi bir şekilde farklı olursam bunu kullan."
"Bu hançerin özelliği ne?" dedi Myra alırken.
"Kime karşı kullandığına bağlı. İnsanlara karşı hiçbir şey yapamaz; ama yaşayan ölülere karşı inanılmaz etkilidir. Kötü yanı tek kullanımlık şansın var. Herhangi bir namevte değdiği an onu öldürdüğü gibi kendi de kaybolur. En azından kitaplarda böyle yazıyordu. Kim bilir belki güzel yemek yapabiliyordur," dedi sırıtarak. Myra' nın yüzüne bir şok dalgası hâkim oldu. Dudaklarını araladıysa da ses çıkmadı. Korkuyla, ciddi olmadığını umarak bakıyordu Zeth' e.
"Benim Kara Büyücü olduğumu unutma. Tek emrimle oradaki askerleri parçalara ayırttığımı da unutma." Sesi sertleşmişti. "Sana söylediklerimi unutma asla." Sesi yumuşadı, "Erzakını bıraktım. Yakınlarda su kaynağı var; ama mağaradan dışarı çıkma. Bu matarayı kullan göründüğünden çok çok daha uzun dayanır." Mağaranın çıkışına geldi birkaç söz söyleyip kıza baktı, "Görüşmek üzere prenses," dedi ve gitti.

Myra avuçlarının arasındaki hançerler orada öylece baka kaldı bir süre. Aniden yüzüne bir kızıllık çöktü ve şaşkınlıkla utanç karışımı bir ifadeyle ellerini dudaklarına kapadı. Büyücün boynuna atladığında onu öpmüş olduğunu şimdi fark etmişti. Be-ben... diye başlayan birçok cümle kurulup geçti kafasından. Hava giderek karırken yanaklarındaki kızıllıkla mağara duvarının dibine çöktü. Olan biten her şey zihninde hoyratça dans ederken hançer elinde çantasının üstüne doğru kıvrılıp uyuya kaldı.

0 yorum: