afak sökerken mağaradan içeri girdi Zeth. İki hafta öncekinden çok daha farklı görünüyordu artık. Eskisi gibi parlamıyordu gözleri. Saçları darmadağındı, cüppesi yırtık. Yüzü o kadar yorgun ve yaşlı görünüyordu ki sanki aradan yirmi yıl geçmişti. Vermek zorunda olduğu karardan pişmanlık duymasa da acısı kalbindeydi. Onu yakan, kasıp kavuran; ama ona her zaman güç veren tutkusu gitmişti artık.

Kızın uyuduğunu gördü içeri girerken. Pek umursamamıştı ses çıkarıp çıkarmamayı. Mağaranın duvarlarında kılıç darbeleri, yerlerde ise adım izleri vardı. Genç kadının boş boş oturmak dışında bir şeyler yaptığı belliydi. Sönmüş kamp ateşinin yanında, çantasını yayarak yaptığı ufacık bir şilteye kıvrılmış yatıyordu. Turuncu saçları toprak zemine yayılmıştı. Ellerinde ve çıplak ayaklarında küçük sıyrıklar ve yaralar vardı. Göğsü yavaşça inip kalkarken, uykuya yenik düşmüş bedeni büyücünün geri döndüğünü fark etmedi. Zeth kızın yanına oturdu sessizce. Uyurken onu izledi bir süre. Şafak söktükten sonra eğilip yavaşça seslendi ona, "Myra..."

Önce hiçbir tepki gelmeden uyuyan kadından. Sonra gözleri kırpıştı yavaşça, açıldı. Duyduğu şeyden emin olmak istercesine kıpırdamadan dinledi bir süre sessizliği. Ardından yavaşça çevirdi başını, ta ki Zeth' in yüzünü görene kadar. Büyücünün yüzü ifadesizdi. Gözleri bomboş bakıyordu. Kıza baktı önce, kızın yüzündeki ifadeyi gördü.
"Geri geldim" dedi sadece. Myra ise öylece bakmaya devam etti bir süre. Rüya görmediğinden emin olmaya mı çalışıyordu büyücünün yüzündeki bitkinliğimi kavramaya çalışıyordu bilinmez. Birden doğruluverdi yerinden, bakışları Zeth' in ne halde olduğunu bir bir ona anlatırken Myra, parmaklarının tersini büyücünün yüzüne dokundurdu okşarcasına. Endişe hafifçe göz kırptı kızın toprak rengi bakışlarından.
"İyi misin?... N'oldu?" diyebildi çatallaşmış bir sesle.
"Geri geldim," dedi tekrar Zeth. "Bir şeyim yok hâlâ canlıyım. Ne yapacağına karar verdin mi?"
"Zeth..." dedi Myra usulca, "perişan görünüyorsun."
"Eh tatile gittiğimi söylemedim sana. Şimdi sohbeti uzatmayı bırakıp ne yapacağını söyle. Krallığın için savaşmaya karar verdin mi?"
Myra elini geri çekti. "Ağabeyime ne olduğunu öğrenmeliyim. Eğer o..." Sustu, gözleri hafifçe dolar gibi olduysa da yitip gittiler. "Eğer ona bir şey olduysa, kardeşlerim ve ben bunu bilmeliyiz. Marius' dan sonraki varis tacı ve tahtı alıp orduyu harekete geçirebilir."
"O kadar vaktimiz yok. Sanırım..." durdu bir süre, düşündü " Üç, bilemedin dört dolunay vaktimiz var. Hatta belki de iki. Çabuk karar vermelisin."
"Ne dolunayı?"
"Ay dönümü. Ne kadar süre bilmiyorum tam olarak o yüzden sormayı bırak!" Sesi sertleşti ve kalınlaşmıştı. Bir süre durdu, tekrar konuştuğunda sesi yeniden yumuşak ve sakindi. "Eğer krallığını geri alacaksak hemen hareket etmeliyiz çok az vaktimiz var."
"Neden çok az vaktimiz var Zeth?" diye sordu Myra. Ses tonu ciddileşmişti. Kaşlarını hafifçe çatarak büyücüye dikti gözlerini.
"Çünkü bana ihtiyacınız var ve benim çok vaktim kalmadı. İki ya da üç dolunay sonra..." Tekrar durdu ve yutkundu, "Ben artık olmayacağım."
"Ne-ne demek olmayacağım? Zeth neler oluyor?"
"Uzun zamandır belirli bir Lich' i arıyordum. Kardeşlerinle görüştüğün gün tam olarak onun yerini öğrendim. Ustamı öldürmüştü ve daha nicelerini. Onunla savaşmaya gittim. Yüzük beni onun bulunduğu mağaraya güvenli bir şekilde soktu. Korkunç bir savaştı. Eğer mağara büyülü alanla çevrili olmasa eminim büyük bir alan yok olurdu. Onu yendim sonunda; ama bedeli ağır oldu."

Myra bir süre sadece Zeth' i izledi suskunca. Sonra bir fısıltı gibi çıktı sesi dudaklarından, "Bedeli neydi?"
"Ölmeden önce bana bir büyü yaptı. Seçim şansı sundu. İki dolunay sonra güçlerimi kaybetmeye başlayacağım, üçüncü dolunayda eğer yüzüğü kullanmazsam tamamen güçlerimi kaybedeceğim."
"Yüzüğü kullanırsan?"
"O zaman ölüp tekrar dirileceğim ve bir Lich olacağım. Görüyorsun ikisi de birbirinden güzel seçim şansı. Lich beni iyi tanıyordu, hem de çok fazla. Ustamı öldürmemiş, çok aptalmışım. Ustamın kendisiydi o. Neyse, dediğim gibi her şartta iki dolunay vaktimiz var." Sesi sakindi. Myra bir süre Zeth' in suratına baktı boş boş. Söylediklerini kavramaya çalışıyor gibiydi; ama sanki bunlara bir anlam vermekte zorlanıyordu.

"Uzun uzun düşünmeyi bende isterdim hayatım; ama hatırlatıyorum vaktimiz az!" dedi sesini aniden yükselterek. İğneleyici ve ukala tavrından eser yoktu. Myra ellerini kaldırdı aniden. Sus, dur, konuşma der gibiydi. Hâlâ boş boş bakıyordu. Yerinden kalkıp mağaranın içinde ileri-geri yürümeye başladı. Kendi kendine fısıltıyla bir şeyler konuşuyordu. Zeth homurdandı, "Vaktimiz az cümlesinin neyini anlamadı acaba" dedi kendi kendine. Eski tavırları geri geliyordu. Elini çenesine dayadı parmağında yeşil taşlı yüzük duruyordu taşı kararmış bir halde. Kıza baktı kızgınca. Sonra belindeki keselerden birinden dikkatlice bir kolye çıkarıp boynuna geçirdi.
"Ke-kendini kurtaracak bir şeyler yapamaz mısın? Yani, başka bir yerde be-belki yardım edecek bir şeyler vardır? Biri mesela? A... Arkadaşlarım var demiştin, yardım edemezler mi?" diye bir sürü soru sıraladı Myra ümitsizce. Duralayıp, kekeleyip kalıyordu.
"Bunu büyücüler meclisi bile çözemez. Hiçbir büyücü bir Lich kadar güçlü değildir hayatım bu yüzden onlardan korkarlar. Bir de yüzük meselesi var. Lanetliymiş ki bu da beni büyüye daha savunmasız kıldı. Geri kalan ayrıntılarla canını sıkmak istemem o yüzden biran önce yola çıkalım kararını verdiysen."

Myra hışımda Zeth' e doğru ilerleyip suratına bir tokat patlattı. Yüzünde hem korku, hem endişe vardı.
"Asıl sen ne yapacağını bul! En az iki haftalık yol var Lacertan' a... ve... Ve üç gün sonra ilk dolunay var."
"İlk olarak bana bir daha vurursan kılıç tutan kolunu koparacağım. Ne yapacağıma gelince, gidip krallığını alacağız sizler yeniden mutlu yaşayacaksınız. Sonra pembe çiçekler açıp milletin kıçlarında gökkuşağı olacak herhalde bilmiyorum. Krallığı almak için bana ihtiyacınız var. Sizdeki büyü bilgisiyle ceviz kabuğunu kıramazsınız." Son cümleyi küçümsemek ile dalga geçmek arasında bir tonda söylemişti.
"Sen... Sen koca bir salaksın!" diye bağırdı Myra isterik bir şekilde.
"Maalesef aranızdaki en zekisi de benim. Vaktimiz yok diyorum, güçlerim ikinci dolunaydan sonra azalacak. O zamana kadar bu işi yapmalıyız. Küçük aptal kızlar gibi durmayı bırak artık, belinde kılıç taşıyor savaşçı rolü yapıyorsun. Şimdi gerçekten bir savaşçı gibi davran!" diye bağırdı sertçe Zeth. "Eğer insanları yöneteceksen onları düşünmek zorundasın artık Myra."
"Aptal! Ben sadece bir şövalyeyim. Taht daima en büyüğündür. Kardeşlerimi de öldürecek değilim," diye bağırdı. Sinirlerine hâkim olamıyordu. Üstünde uyuduğu çantayı toparlayıp sırtına geçirdi ve kılıcı da beline bağladı.
"Batıya gideceğiz. Sınırdan gizlice geçebileceğimiz bir yol biliyorum. Yine de kraliyete ulaşmak için önümüzde çok uzun bir yol..." durdu, karmakarışık duygular içinde bakışlarını Zeth' in gözlerine dikti, "Uzun bir yol var ve vardığımızda sen... Senin..." Bakışlarını çevirip sustu. Mağaranın ağzına doğru yöneldi.
"Dediğim gibi en zekimiz benim. Batıya daha kısa yoldan gideceğiz hayatım bu haldeyken yürümeyi göze alamam. Fark edilme riskine rağmen büyüyle gideceğiz. Henüz bana denk değil hiçbiri. Kardeşlerini bulmalıyız önce. Neredeler?" diye sordu ayağa kalkarken. Bezgin bir hali vardı hâlâ üzerinde.
İç çekti Myra. "Bilmiyorum..." diye mırıldandı. "Krallığa dönmüş olabilirler... Bilmiyorum."
"Pekâlâ, onları bekleyemeyiz. Bizi krallığın dışındaki büyük ormana götüreceğim. En yakın oraya gidebiliriz. Kardeşlerine haber gönderirim. Buluşabileceğimiz güvenli bir yer var mı onlarla?"
"Daha önce Lacertan' ın neresi olduğunu soran sen değil miydin? Krallığın yakının da orman olup olmadığını nasıl bilebilirsin?"
"Sen uyurken hafızanı biraz kurcaladım diyelim; ama merak etme sadece ihtiyacım olan harita bilgilerini aldım. Başka herhangi bir anıya dokunmadım" dedi. Sonra sırıtarak ekledi, "Gerçi biraz daha baksam mı diye düşünmedim değil ama..." Omuz silkti göz kırparak. Myra, Zeth' in suratına bir tokat daha patlattı sinirle.
"Sana, bana bir daha büyü yapma demiştim!" diye bağırdı.
Zeth kızın üzerine yürüdü. Suratına o kadar yaklaştı ki nefesleri duyuluyordu. Sinirli bir sesle fısıldarcasına konuştu, "Bana bir daha asla vurma. Kaybedecek ne kadar az şeyim kaldığını bilemezsin. Senin krallığın umurumda bile değil sadece bir kere benim hayatımı kurtardın ve borçlu olarak ölmeye niyetim yok!"
"Seni, kemiklerin kırılana kadar dövmem gerekirdi," dedi Myra tıslarcasına. Sonra sesinin normal tonunda devam etti, "Ülke sınırlarına yaklaşmadan önce bir şehre gitmem gerek. Adı, Calyptan. Buradan üç günlük mesafede, ne yazık ki dolunayda; ama büyü yapmana izin veremem. Calyptanlılar büyüden hoşlanmaz, sevmez, korkar! Hiç yere koca bir şehri yerle bir edecek bir çatışma çıkmasına izin veremem. Yürümek zorundayız."
"Sen bilirsin. Yürü o zaman, gece de yolculuk etmek zorundayız artık."

Myra, Zeth' i süzdü tekrar. Başını çevirip o önde, büyücü arkada yürümeye başladıklarında gözlerinde endişe tomurcukları açıyordu ardı ardına. Düşüncüler ve korkular sıralandı genç kadının zihninde. Neden bu kadar endişeleniyorum ki, diyordu kendi kendine zihnini işgal eden savaştan sıyrılmaya çalıştığı anlarda. Zeth' in zihnini ise başka düşünceler tahrip ediyordu şiddetle. İki dolunay sonra, karar vermek için çok az bir vakti kalacaktı. Böyle aptalca bir tuzağa nasıl düşürmüştü kendini? İntikam duygusu ve hırsı kör etmişti gözlerini. Detayları ve planları, gerçekleri görmesini engellemişti. Kendi kendine lanetler mırıldandı öfkeyle.

Yavaş yavaş gece karanlığını kollarını açıp altın güneşi kucaklarken ayda ufak ufak sırıtmaya başlamıştı. Myra, dolunaya yaklaşan oval gümüşi tepsiyi süzdü ne yapacağını bilmez halde. Bir anlığına duraksamasına yol açsa da bu adımlarını kesmeyen büyücüyle birlikte yol almaya devam etti sessizce. Akşam serinliği zaman zaman üşütecek halde gelse de gökyüzü hem gece hem de gündüz açık ve güzel bir havaya sahip oldu şanslarına. Nadir de olsa kısa süren dinlenme araları vererek yürümeye devam ettiler ormanda. Arada bir yakınlaşıp uzaklaştıkları ana yollardan fayton ve at sesleri duyulsa da görünmemek için onlara yanaşmadılar.

~*~

Gümüş saçlarının uzanıp dokunduğu küçük havuzdan kendini geriye çekti kadın. Suyun içindeki gölgeler bulanıklaşıp kayboldular. Ay rengi gözlerinde hain planlar kırpıştı kadının. İki dolunay sonra, dedi kendi kendine. Sütunların arasından tülleri uçuşturarak içeri dolan rüzgârı okşadı. Havuzun çevresinde döndü düşünceli bir şekilde adım adım. Sonra dudaklarının kenarları kıvrılıp yüzüne bir tebessüm oturttu. Peşi sıra uçuşan uzun, siyah tuniğiyle havuzun yanından ayrılarak onu sadece rüzgârın takip edebileceği karanlıkların içinde kayboldu.

~*~

İkisi de suskunluklarını bozmadan, çok gerekmedikçe bir çift laf etmeden koca iki günü geçirdiler yürüyerek ormanda. Üçüncü gün, gün batmak üzereyken, şehrin kapılarına bir-iki saatlik yolları kalmıştı. Myra durup bir ağaca yaslanıp soluklandı. Durduğu yerden Zeth' e döndü ve onu süzdü gözleriyle, bir şeyler düşünüyordu. Neden sonra, "Cüppeni çıkart," dedi taviz vermeyecek bir tonda.


0 yorum: