er adımda gıcırdıyordu ayakkabıları altında ezilen çakıl taşlarıyla bezenmiş patika. Güneş öğlen sıcağını tüm gücüyle yeryüzüne sunarken en yakındaki şehir üç günlük mesafedeydi. Gecenin gönlünden işlenmişçesine dalgalanan siyah pelerini onu gün ortasında gezgin bir gölgeye çeviriyordu. 1.70 boylarındaydı, otuzlu yaşlarına yaklaşmış ya da o yaşlardaymış gibi görünüyordu. Cüppesi kadar kara; ancak daha tedirgin edici bakışları olan siyah gözleri vardı. Saçları doğa ana için gözyaşı döken bulutların göğü örttüğü zaman ki grilikteydi. Orman perilerinin fısıltılarını taşıyan hafif bir meltem birkaç gri perçemi gözlerine düşürdü. At nallarının tek düze tınısı çarptı az sonra kulaklarına. Ardından geliyordu, yaşlı, boğuk bir sesin savurduğu küfürler duyuldu. Küçük bir fayton yaklaşıyordu. Tahminen önlerinde uzanan patikanın onları götüreceği Egzona' daki panayıra gidiyordu. Yanından geçmek üzereydi fayton. Binicisi bağırdı, ardından kendini duyamayacak kadar yaşlı ve çelimsiz gibi görünen katıra daha da yüksek sesle bağırmaya başladı;
"Dur seni kahrolasıca yaşlı, pireli katır! Dur!"

İskeletten biraz daha fazlasıymış gibi görünen boz rengi katır duruverdi ağır aksak. Sürücü soluk turuncu bir cüppenin üstüne parlak mavi bir şal giymiş, yaşlı, kamburu çıkmış bir kadındı. Beyaz saçları yer yer dökülmüştü, kınalı, kemikli parmaklarında koyu renk, kırılmış tırnaklar vardı. Boynunda görüntüsüne tezat oluşturan zarif, altın zincirli bir madalyon asılıydı. Zehir yeşili gözlerle süzdü faytonun yanından yürümekte olan siyah cüppeliyi. Ardından işveli bir sesle konuştu;
"Şehre mi gidiyorsun genç adam?"
"Evet" dedi tekdüze bir sesle, kadına bakmadan. Kırbaçları şaklattı yaşlı kadın ve kemikleri çıkmış katır yavaşça yürümeye başladı. Kadınla adamın aynı hizada kalmasını sağlıyordu.
"Yürüyerek mi gideceksin yoksa? Neden yaşlı Cassy' ye eşlik etmiyorsun?"
"Karşılığında ne istiyorsun?" diye sordu aynı ilgisiz ses tonuyla yere bakmayı sürdürerek.
"Ah, yaşlı Cassy' ye hakaret ediyorsun genç adam," Ardından, boğuk bir öksürükle kesilmeden önce gevrek gevrek güldü. "Yine de, belki sırtımı ağrıtan tüm o ağır işler için bana biraz yardımcı olabilirsin."
Kara cüppeli yaşlı kadına doğru çevirdi kafasını. Ağzını açtı, 'hayır' demeye hazırlanarak; ama "Pekâlâ, eşlik edeceğim," çıktı dudakları arasından.

Yaşlı kadının gözlerindeki garip parlamayı ve suratına yayılıp sarı, dökülmüş dişlerini ortaya çıkaran sırıtışını ansızın kopardığı bir feryat böldü. Sürücü yerinden aşağı doğru sendeledi. O sırada bir tıkırtı patırtı koptu faytonun içinden. Bir şey ya da biri sanki tekmeler atıyordu. Kendini toparlayıp hışımla ardını döndü yaşlı kadın.
"Seni küçük fahişe!" diye bağırıp faytonun içine girdi yarı beline kadar ve ata savurduğu kamçıyı içeride şaklattı bir kaç kez. Bir tekme daha yedi, bu sefer suratına. Küfürler savurarak çakıl yola yuvarlandı gerisin geri. Yıllardır savaşmanın getirdiği çabuklukla ilk aklına gelen büyüyü yapmak için kesesine uzanmıştı büyücü. Sonra hızla yukarı, faytona tırmanıp içeri bakmak için hamle yaptı. En fazla yirmili yaşlarının başında genç bir kadındı bu, toprak rengi gözleri nefret doluydu. Elleri arkasında sımsıkı, kalın iplerle, ağzı da eski bir bez parçasıyla bağlanmıştı. Paçavralar içindeydi. Aç bırakıldığı ve sürekli dayak yediği belli oluyordu; ama buna rağmen hiçte çıt kırıldım bir görüntüsü yoktu. Yeni yediği kırbacın izleri kızıl kızıl parlıyordu. Onlar dışında da başka, eski yaralarda taşıyordu. Batan günün turuncu ışıklarından çalınmıştı saçlarının rengi, omuzlarına dağılıyordu tel tel, kir içindeydiler.

"Neler oluyor burada?" diyerek baktı yaşlı kadına büyücü. Nidalar koyup altına yuvarlandığı katırın altından çıktı kadın emekleyerek. Büyücü ilk kez olmak üzere yaşlı kadının zehir yeşili gözlerini yakaladı. Kendi, simsiyah, kara delik misali bakışları kadının yozlaşmış ruhunu hapsediyor, onu okuyor, konuşması için sıkıştırıyordu adeta.
"O bir köle, işe yaramaz aptal bir kız sadece!" dedi kadın, düşünceleri sözcük olup ağzından çekilip alınmış gibi. Büyücü, kara gözlerinde öfke, dudaklarında korkunç bir gülümsemeyle durdu kadının karşısında. Ona doğru eğildi, yaklaştı, ellerini alnı hizasında kaldırdı ve birkaç büyülü sözcük söyledi. Yaşlı cadının yüreğine, alev yurdunun efsanevi yaratıklarını, kimi dizelerde tanrıların tasviri olarak adlanıp, kimi yazıtlarda en ölümcül düşmanlar olarak adları geçenlerin, ejderlerin taşıdıkları heybetin, ölümlü bir varlıkta yaratacağı kâbuslar dolusu korkuları saldı. Göz bebekleri küçüldü kadının, alt dudağı sarktı, tir tir titriyordu. Tükürükleri ağzının kenarından akmaya başladı ve ardından etrafa yayılan pis bir kokuyla tutmayan dizlerinin üzerinde daha fazla kalamadı. Yan tarafında bir takırtı oldu büyücünün, genç kadın çabalayıp birkaç santim geriye itmişti kendini. Dışarıda neler olup bittiği hakkında en ufak bir fikri yoktu. Ardından bir şeyin yere yığıldığını duydu. Yaşlı kadın, ağzından köpükler saçarak olduğu yere devrildi. Hâlâ yaşıyordu gerçi; ama şuuru bir süre onun yakınına uğramayacak gibi görünüyordu.

Büyücü tekrar faytonun içine dönüp temkinli adımlarla içeriye girdi ve bağlı duran köleye yaklaştı.
"Seni çözeceğim, zarar vermek gibi bir niyetim yok. Beni anlıyor musun?" dedi. Kadının bakışlarında bir değişiklik yoktu, başını onaylarcasına salladı; ama bağlı ve savunmasız görünse de gevşemediği aşikârdı. Adam, hızlı bir şekilde, nerden geldiği belli olmayan bir bıçağı iplere savurdu. İpleri kesti ve yerden kalkması için elini uzattı. Tuhaf, baharatımsı bir koku vardı kadının üzerine, insanın içini gıcıklayan. Genç kadın, büyücünün elini tutmadı. Gözlerindeki nefret gitmişti; ama hâlâ güven duymuyordu. Ağzındaki bezi çıkarıp attı, konuşmadı, sadece gözlerinin içine baktı adamın. Büyücü alaycı sesiyle "Sana zarar vermek isteseydim ki hiçbir şekilde ilgi alanımda değilsin, bunu sen bağlıyken çok daha kolay yapardım. Şimdi, aptal şövalyeler gibi davranmaya devam edeceksen eğer burada daha fazla kalmak gibi bir niyetim yok. Geliyor musun?"
"Ah, ne kadarda nazik bir beyefendi," dedi kadın aynı alayla. Ardından, sağa sola bakındı. Birkaç yeri kurcalayıp birkaç kötü söz söyledi. Sonra iniverdi faytondan aşağı. Yaşlı kadını gördü, bir ona bir büyücüye baktı, "Öldü mü?"
"Hayır, sadece geçici bir süreyle aklını kaybetti. Belki birkaç saate düzelir, belki de korkudan çıldırmıştır tamamen. Kim bilir?" diye karşılık verdi omuz silkerek. Sesinde en ufak bir duygu belirtisi yoktu. Genç kadın, yaşlı cadıyı dürtükleyip duraksadı. Ardından hışımla elini uzatıp altın zincirli madalyonu çekip çıkardı. Altın zincirin ucundakine bakışları düştüğünde anlık bir şefkat parıltısı belirip kayboldu gözlerinde. Kırbaç izleri hafifçe kanıyordu; ama onları hissetmiyor ya da hissetmiyormuş gibi davranıyordu. Dönüp ata baktı, ağzının içini kontrol etti, kulaklarını, "Cadı karı ölmediyse bile bu zavallıcık yakında gidecek," atın boynunu okşadı. Büyücü tekrar omuz silkti. Yavaş adımlarla yürümeye başladı şehre doğru. Omzunun üzerinden kıza baktı bir anlığına.
"Şehre gidiyorum, bir han bulmak için. O yöne gidiyorsan benimle gel, daha güvende olursun."

Kadın, atın bağlarını çözdü bu sırada. Onu patikanın dışındaki yeşilliklere doğru iteledi. Ardından büyücünün yanında, onun adımlarına ayak uydurmuş şikâyet etmeden yürümeye başladı. Harap haline rağmen mağrur bir havası vardı.
"Egzona..." diye mırıldandı, "Eski Topraklar üzerine kurulmuş eski dört şehirden biri öyle değil mi..." sorudan çok sesli düşünüyor gibiydi, "... sonsuz zevk ve şehvet..." Yan gözlerle Büyücüye baktı. Omuz silkti ve sırtının acısıyla hafifçe yüzünü buruşturdu ve başını başka yöne çevirdi.
"Yaraların ne durumda?" diye sordu. Bu sefer sesinde gizleyemediği acı ve şefkatli bir tını vardı. Yüzünü döndü, kahve gözleriyle baktı. Ufak bir duraksamadan sonra "Kılıç yaralarından ve saplanan oklardan kötü değiller," diye mırıldandı.
"Peki, senin kılıç ve ok yaraları hakkındaki derin bilgin nereden gelmekte?" sesindeki alaycılığı gizleyememişti. Saçlarını diğer omzuna doğru topladı kadın ve kulağının altında, boynundaki dövmeyi gösterdi. Bu bir semenderdi. Batı topraklarındaki krallıkları ait bir armaydı, ordudaki şövalyelere. Hepsine bu dövme, generalleri tarafından işlenirdi. Kadın saçlarını düzeltti. Bakışları ileriye dönüktü, konuşmadı. Adımlarının hızı hâlâ büyücününkilerle birdi.
"Bir asker? Hem de krala bağlı? Sanırım aranız çok iyi olmalı. Köle olarak bir cadaloza mahkûm olduğun düşünülürse özellikle."
Gülümsedi genç kadın, "Evet, beni aramak için çok değerli poposunu kuş tüyü yastıklarından kaldırmadığı kesin."
"Merak etme genelde öyle yapmazlar. Esasında tuhaf olan kısmı biz--"
Arkasına döndü hışımla, ağzından örümcekvari kelimeler dökülürken deli gibi etrafına bakıyordu. Öğlenin kalbinde, tam arkalarındaki yolda bir gölge göründü şekli olmayan ve orada öylece durdu insan şeklini alırken. Kadın tek kaşını kaldırıp baktı.
"Endişelenmeli miyim? Zira uzun zamandır pratik yapmadım," dedi, ikinci cümlesinde hafif bir alay tınısı vardı.

"Uzun zaman oldu Zeth," dedi gölge kişi. İnsan gibi görünse de asla sabit bir şekli yoktu. Sanki bir yansıma gibiydi. Büyücü gözlerini gölgeden ayırmaksızın kadının sorusunu cevapladı.
"Endişelenmelisin sanırım. Pek sevilen biri değilimdir genelde. Özellikle kara büyücüler tarafından." Sözcükler dudaklarından akarken sesindeki öfke insanın tüylerini diken diken ediyordu.
"Kara büyücü? Ah peki sen nesin ufaklık? Bir rahip mi? Yoksa sevgiline kendini tanıtmadın mı?" Tatsız bir kahkaha attı gölge.
"Hıh, en azından fahişen falan demedi," diye mırıldandı kadın. Sonra Büyücüye dönüp, "Kılıcın falan yoktur değil mi?"
"Tabii, zırhımın içinde bir tane var istiyorsan alabilirsin hayatım," dudaklarına bir gülümseme yayıldı, gölgeye döndü, "Efendin son zamanlarda ne durumda? Son görüşmemizde birazcık… uhmm, nasıl denir? Hah, ateşliydi."
Gölge öfkeyle uludu, "SEN BENİM EFENDİM HAKKINDA KONUŞMAYA NASIL CÜRRET EDERSİN !!" Sesi soğuk çıkıyordu. Çattık, diye düşündü genç kadın. Büyücüye çevirdi bakışlarını, adamın suratında hâlâ bariz bir gülümseme vardı. Gölge ise bağırmaya, nefretiyle birlikte sözcükleri kusmaya devam ediyordu.
"Sen onun hakkında hiçbir şey bilmiyorsun. Seni küçük solucan, aşağılık böcek, seni küçük pi--"
Gölgenin etrafını ansızın siyah şekiller sardı, uçuşmaya ve onu sıkıştırmaya başladılar. Ormanın derinliklerinde kuş sürülerini bile mavi göğe kaçıracak acı dolu bir çığlık attı yok olmadan hemen önce. Kadın, eciş bücüş hale gelip biraz önce orada olan; ama şimdi olmayan şeye baktı, ya da çatmadık, diye düşündü ve dudaklarının kenarı hafifçe kıvrılırken, "Panayır öncesi özel gösterim. Hanımlar, lütfen üç yaşın altındaki çocuklarınızı sahneden uzak tutun," diye mırıldandı alayla. Zeth kıza döndü, "Hep aynı hakaretler. İnsan o kadar yaşayınca yeni bir şey bulunur sanıyor. Her neyse, arkadaşımızın söylediği gibi adım Zeth. Senin ki ne?" Sanki yeni tanışmışlar da sakin sakin konuşuyorlarmış gibi bakıyordu. Kadın bakışlarında bir eğlence havasıyla baktı büyücüye.
"Myra."
"Güzel bir isim. Yani sanırım öyledir. Peki, neden kölelik gibi geleceği parlak bir meslek seçtin bakalım?"
Kadın, Büyücüye baktı. Bakışlarında muzip bir eda vardı dudakları sırıtıyordu, "İyi yürekli, yakışıklı, beyaz atlı bir prensin gelip beni kurtaracağını ve uzaklardaki bir vadinin kraliçesi yapacağını hayal etmiştim."
"Masallar umduğun gibi bitmez. En azından artık özgürsün. Bu şehirdeki biriyle bir işimvar. Belki benimle gelebilirsin, belki bizi karı-koca bile sanabilirler," genç kadına muzip bir bakış attı ve bunu soğuk bir kahkahayla süsledi.
"Ah," dedi kadın, "Egzona' nın var oluş amacına karşı gelme. Orada karı-kocalar için bile şehvet soslu, şerbetli günah doludur kadehler. Ne bir yudum az, ne bir yudum fazla," kur yapan bir bar kızı gibi hafif meşrep bir bakış attı büyücüye, sonra bir anda kişiliği içerlemiş genç bir kızınkine büründü, "Hem, hangi koca, karısını böyle giydirir ki?" ve tınılı ufak bir kahkaha attı.

~*~

Ay' ın kızları, yıldızlar göz kırpıyordu siyah perdelerin arasından. Patikadan fazla uzak olmayan, ağaçlık bir alanın altında usul usul çıtırdayarak alevlenmiş bir kamp ateşi vardı. Sıcak bir meltem gibi, çevresine oturmuş iki yabancının tenlerini yalayıp geçiyordu. İkiliden biri genççe bir kadındı. Paçavraların içinde, oturduğu çimenliğin üstünde bacaklarını kendine doğru çekmiş, onlara sarmalamış kollarını ve başını da kollarına dayamıştı. Toprak bakışları alevin kızıl-sarı perçemleri arasında kaybolup gitmişti. Gece kuşlarının çığlıkları duyuluyordu ormanın derinliklerinden, birilerinin akşam yemeğini bulduğu belli oluyordu. Diğeri ise ondan birkaç yaş büyük bir adamdı. Siyah cüppesinin ardından bir kütüğe tünemiş, sakin sakin bir kitabını sararmış sayfaları arasına gömülmüştü. Öyle derinlere dalıp gitmişti ki kafasına ağaçtan bir dal parçası düşünce bile kımıldamamıştı.

Genç kadın ansızın gerinip oturuşunu değiştirdi, etrafa bakındı, sonra kalkıp fazla uzaklaşmadan çevrede dolaştı. Büyücüye doğru döndü, bir şey soracaktı, vazgeçti. Kafasını kaşıdı, bir şeyler düşünüyor gibiydi. Sonra etraftaki birkaç dal parçasını alıp evirip çevirdi. Yavaşça ateşe yaklaştı, üstlerindeki küçük dalları ayıklayıp bunları ateşe bıraktı. Büyücüye kaçamak bir bakış attı, adam hâlâ eski sayfaların arasına gömülüydü. Omuz silkti ve adım adım ormanın derinliklerine inmeye koyuldu. Büyücü kızın uzaklaştığını hissedince göz ucuyla ona baktı. Bir süre arkasından gidişini seyretti. Sonra yerinden sessizce kalktı ve kızı takip etmeye başladı.

Myra ilerlerken elindeki iki dalı da birer birer iki ye böldü. Kısa; ama sivri sayılacak dört ince dalı vardı şimdi. Yaklaşık on beş dakika boyunca onlarla yürüdü. Olabildiğince hafif adımlar atmaya, çevrede olan herhangi bir şeyi, ürkütüp başına bela almamayı umut ediyordu. Silahsız olmak onu gerçekten rahatsız etmeye başlamıştı. Birkaç adım sonra su sesleri gelmeye başladı kulağında. Yüzünde tatlı bir tebessüm oluştu. Sıkıcı harita ve coğrafya derslerine şükürler olsun. Adımlarını azıcık hızlandırıp sesin geldiği yöne doğru yöneldi. Kamburu çıkmış, sıska ay önünü çok az aydınlatsa da oynaşan dalgalara yansıyışı görülmeye değerdi. Genç kadın nehre yaklaştı ve ayağının ucuyla suya dokundu. Su buz gibiydi, geri çekildi biraz. Düşünüyor gibiydi.

Elbette düşüncelere kendini kaptıran bir tek Myra değildi. Zeth' in zihnine birkaç tanesine esir olmuştu çoktan. Büyüleri ve şu elindeki kitapla ilgili kafasına taktığı birkaç şey vardı. Üstünde sürekli çalışmasına rağmen istediği sonucu vermeyen bir büyü? Acaba nerede hata yapıyordu? Kendi kedine bu soruları sorarken ansızın kafasını nehirden yana çevirdi ve tam da bu sırada; kızı, elbisesini, suyu ve tekrar kızı gördü (Tamam, ikinci bakışı yanlışlık olmayabilirdi belki). Genelde insanlarla bir arada durmaya pek alışkın değildi; ama bu gördüğü manzaranın tuhaflığını arttırmaya yetti sadece. Myra, nehrin soğuk suyuna yaşlı ayın soluk ışığı altında bile orman perilerini kıskandıracak biçimli, yara izleri olmasa asker olduğunu belli etmeyecek bir vücutla atlamıştı. Genç kadın, dalları alıp yavaşça suya girdi. Bir süre yüzüp ardından suyun altına daldı Myra. Sonra nefes almak için yüzeye çıktı, saçlarını kamçılar gibi geriye savurdu. Kalçasına kadar suyun dışındaydı. Boştaki eliyle suları yüzünden sildi. Soluk ayın ışığında yüzündeki gülümseme çok rahat seçiliyordu, suyla, sevgilisiyle oynaşan genç bir âşık gibi oynuyordu. Boynuna kadar suya girip dalgalara karşı yüzdü, daldı, çıktı.

Zeth, kalakaldığı yerden kendine gelince nehrin kıyısına yaklaştı.
"Yüzmek için iyi bir akşam. Özellikle yalnız olarak gece karanlığında yüzmek mükemmel bir fikir gibi gelse de bence birkaç pürüz çıkabilir."
Genç kadın dudaklarından ufak bir çığlık kaçırıp aceleyle çenesine kadar suya girdi, "Se-sen? Ne halt ediyorsun sen orada?!" diye bağırdı hışımla.
"Gecenin keyfini çıkarıyordum. Merak etme, seni seyretmeye gelmedim; ama bir daha bir yere gideceksen, kendi iyiliğin için habersiz gitme," sinsi gülümsemesi yüzüne yayıldı, tam giderken arkasını dönüp "Ayrıca o paçavradan kurtulmanı söylerken yerine yeni bir şey almanı kastediyordum," kamp yerine doğru yürümeye başladı. Büyücü, ardından birkaç kötü söz işitti, genç bir bayanın dudaklarına yakışmayacak sözlerdi bunlar. Myra sadece gözleri dışarıda kalacak kadar suyun içine çekti kendini. Ay biraz daha parlak olsaydı yanaklarındaki kızarıklıkları bu küçük hamlesi bile saklamaya yetmezdi. Büyücünün ardından, gittiği yönü izledi bir süre, sonra tekrar suya daldı.

Paçavralarını tekrar giyerken ince dallarda da kıvrılıp, sallanan parlak kaygan gövdeler vardı. Kamp alanına doğru ilerledi. Saçlarını toplayıp, bir dal parçası geçirmişti. Kumaşın altından ıslak teninin hatları sırıtıyordu. Ateşe yaklaştı, dallardan ikisini büyücüye savurdu; ama daha büyücüye çarpmadan yere düştüler. Zeth, her ne kadar insanlarla pek birlikte olmasa da bu hamleyi bir kadından bekliyordu. Gerçi daha büyük bir dal düşünmüştü; ama bu daha iyiydi. Myra balıkların düşmesini umursamadı ve büyücünün suratına bakmadan kendi yerine geçip dallardan birini ateşe tutmaya başladı.
"Karnın acıktı mı?" diye sordu kıza.
"Yoo, balıkları süs olsun diye avladım," dedi Myra. Dalı hafifçe çevirmeye başladı alevlerin içinde. Kitaptan başını kaldırınca hakikaten balık avlamış olduğunu fark etti Zeth. Keselerinden birini açtı ve içerisinden oraya sığması imkânsız olan bir şişe şarap, biraz meyve çıkardı. Kıza uzattı ve gülümsedi. Kadın elinin tersini kaldırıp istemediğini belirtti, balıktan hafif cızırtılar yükseliyordu. Ateşten çekip hafifçe yokladı ve sonra ateşe geri soktu. Saçlarından su damlaları süzülüyordu ensesine. Kırbaç izleri hafif hafif kabuk bağlamaya başlamıştı. Birkaç kez daha çevirdi balığı. Sonra, piştiğinden emin olduğunda, onu hafifçe didikleyip yemeye koyuldu. Birkaç lokma sonra, "Baharat olarak balığını topraklayan birini ilk kez görüyorum."

Büyücüye çarpmadan düşen balıklar ormanın toprak zemininde yatıyorlardı. Balıkları yerden kaldırdı ve ateşe tutmaya başladı, "Balıklar için teşekkürler" dedi sakince. Şarabı ve meyveleri kesesine geri koydu, başka bir keseden bir baharat çıkardı ve balıkların üzerine biraz serpti. Kadına isteyip istemediğini sorarcasına baktığın da Myra kafasını salladı, "Uzun bir süre herhangi bir otu yemeyeceğim, sağ ol" dedi durgun bir sesle. Bu sırada diğer dalı ateşe doğru toprağa sapladı.

Balıkları ateşte pişerken, Zeth bir yandan kızı süzmeye başladı. Ayık bir cüce kadar inatçı ve saldırgandı. Cesurdu; ama aynı zamanda kırılgandı. Utangaç olduğu için geldiğinden beri onu terslediğini biliyordu. Eğer balığı biraz daha ateşte tutarsa yanacak olmasaydı düşüncelerine devam edebilirdi tabii; ama balıkla ilgilenince düşünceleri bölündü. Yemeği bitince, parmaklarını uçları ıslanmış eteğinin bir köşesine sildi Myra. Ardından saçındaki dalı çıkardı, tutamları bir bilerine doğru kıvırıp suyunu sıktı. Bu işlemi gelmeden önce birkaç kez tekrarladığı, saçlarının burgu burgu oluşundan belliydi. Saçlarını tekrar topladı ve küçük dal parçasını turuncu tutamların arasına soktu. İkinci balığa uzanmadan önce avuçlarını bir birlerine sürtüp sonrada kendine sarılırmışçasına kollarını sıvazladı. Balığı ateşten çekip biraz yokladı ve ufak lokmalar koparıp yemeye başladı. Kahverengi gözleri ateşin çıtırtılı kızıllığı arasında kaybolmuştu. Çıplak boynundan göğsüne inip paçavranın ardında kaybolan altın bir zincir parıldayıp metalik sakinliğine geri döndü.

Üşüyor, diye düşündü Zeth, ama yardım istemektense donarak ölmeyi tercih edecek biri gibi görünüyor. Yanında hasta birini taşımak, yapmak zorunda kalacağı son şeylerden biri olmalıydı. Ayağa kalktı, yolculuk eşyaları arasından bir pelerin buldu ve kıza uzattı. Myra, tam tersleyip istemediğini söylemeye kalkıyordu ki artarda iki kez hapşırdı. Duraladı, ardından büyücüye bakmadan pelerini aldı ve sırtına örttü. Teşekkür etti, eskisine nazaran daha sıcaktı şimdi. O, balığını kemirmeye devam ederken Zeth de yerine oturup sakince kendininkini bitirdi. Ardından kitabını açıp okumaya başladı tekrar. Arada bir Myra' ya kaçamak bakışlar atıyordu; kadın yorgun görünüyordu. Uzun yolları düşünülürse çok fazla uyanık kalamazdı. Kılçıkları ve dalları attı kadın. Düşünceli bir şekilde işaret parmağının ucunu kemirdi. Sonra büyücüye baktı, yine o kitaba gömülmüştü.
"Bütün gece uyanık kalmaya mı karar verdin?"
"Belki. Yat uyu yarın yolumuz uzun."
"Dadılık yapmana gerek yok," dedi sakince, ses tonu pek alaylı değildi. Gözlerini ateşe dikip pelerine biraz daha sıkı sarıldı, saçına taktığı dal parçası düşüp turuncu tutamları siyah kumaşın üstüne dağıttı, "Unutma, ben bir savaşçıyım. Göründüğümden daha dayanıklıyımdır. Bütün gece uyumaya ihtiyacım yok," diye mırıldandı, ardından tekrar büyücüye baktı, "Yorulduğun zaman uyandır, nöbet tutabilirim." Pelerine biraz daha sıkı sarılıp bacaklarını kendine çekti iyice ve ardındaki bir ağaç kökünü kendine yastık belleyip ona dayandı.

"Sen bilirsin. Büyüyü bu gece çözemeyeceğim kesin," dedi ve uzandı büyücü. Yerdeyken, kadının anlamadığı birkaç söz mırıldanıp bir-iki şekil çizdi havaya. Bir anlığına sanki rüzgâr kuvvetli esti ve sonra her şey normale döndü. Zeth gözlerini kapadı. Kadın bakışlarını devirip pozisyonunu uzanmaktan, oturmaya çevirdi. Birkaç kuru dal attı ateşe. Giysisi ıslak olduğu için biraz üşüyordu hâlâ. Çıkarmayı düşündü... Adama bir göz attı; ama vazgeçti. Gerçekten uyuyup uyumadığından bile emin değildi. Patikanın uzaklarından gelip geçen nal sesleri ve ozanların tellerini okşadığı çalgıların şakıyışı duyuluyordu. Birkaç faytonluk bir konvoy Egzona' ya gidiyordu anlaşılan. Kadının gözleri ateşin derinliklerine kaymıştı. Düşünceler zihnini esir almıştı. Dudaklarında ufak, tatlı, çocuksu bir tebessüm belirdi. Sonra asınızın dondu ve yok oldu. Başını kollarının arasına gömdü, birkaç dakika öyle kaldı. Derin bir nefes alıp başını geri kaldırdığında saçlarını yüzünden geriye sıvadı. Bağdaş kurdu, pelerine sarıldı. Ozanların uzaktan gelen ezgilerine hafif bir mırıltıyla eşlik etti.

Elini pelerinin altından göğsüne doğru uzatıp madalyonu çıkardı. Madalyonun üstüne zarif bir 'L' harfi işlenmişti. Bir süre sonra, büyücüye çevirdi bakışlarını. Kamp ateşindeki yüzünü inceledi. Daha önce dikkatle bakmamış olduğunu fark etti. Kambur ay, kızları yıldızlarla gecenin içinde yer değiştiriyordu. İç çekti Myra.
"Ah, söyle küçük Lorraine... Evini mi özledin?" diye mırıldandı kendi kendine. Ateşi dürtükleyip birkaç kuru dal daha attı. Zeth, bir süre daha kadını dinledi. Sonra zihnini boşalttı ve uykuya daldı. Arada rüzgâr uğulduyordu; ama ortada esinti yoktu.

Sırtını ağaca dayadı ve başını yukarı dikip dalların arasından sırıtan yıldızları izledi genç kadın. "Bir Kara Büyücü' nün neden nöbetçiye ihtiyacı olsun ki..." diye mırıldandı sonra tekrar, sesli düşünüyor ya da kafasında yarattığıyla biriyle konuşuyor gibiydi. Tekrar iç çekti. Göz kapakları indi hafifçe. Rahatsız bir uykunun kollarına düştüğünü hissetti. Tedirgindi... Yine de yerinden sıçramaya her an hazır, oldukça hafif bir uykuya bıraktı kendini.

~*~

Gecenin koyuluğu kendini puslu, pembemsi bir griye bırakıyordu yavaşça. İsimsiz Olan' ın* avuçlarından uyanan güneş, kızı şafağı müjdeliyordu usulca. Yakınlardaki nehrin tatlı köpürüşü ormanın sessizliğinde bir fısıltı gibi gezginlerin kulaklarına takılıyordu. O narin uğultuların arasından, uzaktanmış ve aynı zamanda yakındanmış gibi gelen tiz bir ses büyücünün dibinden yükseldi.
"Efendiiii! Uyaaaaannn! Sabaaaaah!"
Zeth olduğu yerde yüzünü buruşturdu önce, sonra daha gözlerini açmadan, "Sağ ol Arion," diye mırıldandı hava elementine, "gidebilirsin şimdilik." Birkaç dakika daha olduğu yerde yattıktan sonra gerindi, doğrulup etrafına bakındı. Doğmakta olan günün ilk ışıklarında kadını gördü. Takılan bakışlarını tekrar gerçekliğe doğru çekip ayağa kalktı ve tekrar gerindi. Yola devam etmeleri gerekiyordu, en azından kendisinin yola devam etmesi gerekiyordu. Kadının yanına ilerleyip üzerine doğru eğildi uyandırmak için; ama genç kadının elini göğsünde hissetti. Zeth bu kadar hızlı bir tepki beklemediği kendi kedine itiraf etmek zorunda kaldı. Gözleri kapalı, "Günaydın öpücüğüne ihtiyacım olduğunu düşünmüyorsun herhalde," dedi Myra. Kahverengi gözlerini araladı yavaşça, eli hâlâ büyücünün göğsündeydi.
"Emin ol aklımdan geçmedi. Gün ışığını kaçırmamız lazım yolumuz uzun."
Myra elini geri çekip doğrulurken, Zeth' de çantasına doğru yürüyüp eşyalarını toparlamaya başladı. Genç kadın parmaklarının ucunda yükselip kollarını olabildiğince yukarı uzatarak tekrar gerindi. Pelerini tuttu, savurdu ve el çabukluğuyla katlayıp büyücüye uzatırken teşekkür etti tekrar. Zeth, onu ve kitaplarını düzgünce yerleştirdikten sonra bir anlığında yola baktı, yola çıkmak için hazırdılar.
"Haydi, gidelim," dedi ve yürümeye başladı. Myra çıplak ayaklarıyla onun adımlarına ayak uyduruyordu. Sessizdi, üstündeki paçavrayı çekiştirdi biraz. Bir kaç adım sonra patika çıktı karşılarına, üzerinde birçok nal ve tekerlek izi vardı. Zeth' in yüzüne bir sıkıntı ifadesi yerleşti, Myra' nın ayaklarına baktı ve ardından da gidecekleri yöne. Yolları uzundu.
"Çıplak ayakla bu kadar yolu gidemezsin. Bir kervan ya da fayton bulmalıyız," dedi yolun diğer tarafına bakınarak. Uzaktan, sallana sallana gelen bir fayton gördü.
"Arabadakilere gelmemizde sakınca olup olmayacağını sor. Ücretini vereceğiz."
"Hizmetçin gibi mi duruyorum?"
"Bir düşünelim bakalım, genç bir kadın için mi dururlar yoksa kara cüppeli bir büyücü için mi?" diye karşılık verdi Zeth, alaycı bir sesle tıslayarak.
"Hmpf..."
Myra hışımla, büyücüyü sıyırarak öne çıktı ve birkaç adım ilerleyip yaklaşmak olan faytonu beklemeye başladı. Sürücünü ya da herhangi birinin onu görebileceği bir yere geldiklerinde beceriksizce el salladı. Zihninden bir dolu küfür sıralamayı da ihmal etmedi Zeth için.

Sürücü, genç kadını fark edip katırları durdu. Myra bir iki adım ilerleyip hayvanların yanından geçti. Sürücü orta yaşlı, göbekli bir adamdı. Gözleri cin gibi bakıyordu. Genç kadın yaklaşırken kendince sırtını dikleştirip hoş gözükmeye çalıştı. Myra midesinin bulandığını hissediyordu. Yaklaştı ve sürücüyle bir şeyler konuşmaya başladı. İlerdeki adamı gösterdi sürücüye, adamın yüzü asıldı; ama sonra kadına dönüp gülümseyerek başını salladı. Myra bir iki adım geri çekilip kara cüppeliyle eliyle gel işareti yaptı.

Zeth' in şakağında belli belirsiz bir damar attı. Siyah gözlerinden kızgınlığı belli oluyordu. Kolaylıkla arabasını alabileceği, işkenceler içinde bırakabileceği ya da herhangi bir şekilde iradesini kırabileceği salak ve değersiz bir adamın onu kabul etmesini bekliyordu. Gözlerini birkaç saniyeliğine kapatıp derin bir nefes aldı. Sonuçta, bu güvenli olan yoldu. Ayrıca rahattı da. Yavaş adımlarla kızın yanına yaklaştı, yüzündeki kızgınlık yerini sert bir mizaca bıraktı. Oysa Myra' nın yüzü hoşnutsuzluğunu belli ediyordu. Sürücünün ise salyaları akmak üzereydi. Zeth, eğer bir büyücü olmasaydı, Myra onu oldukça fena bir şekilde pataklayabilirdi. Yaşlı adam kendini toparlayıp, "Hoş geldiniz beyim," dedi, sesindeki yapmacıklık hemen fark ediliyordu. "Eğer acele edersek, gün batmadan şehre varmış oluruz," dedi. Myra bakışlarını kara cüppeliye dikmişti.

Ansızın arkadaki faytondan uçarak bir şey geldi ve sürücünün kafasına çarpıp tok bir ses çıkardı. Arkadaki faytonda genç, sıska bir delikanlı ile kilolu bir kadın vardı. Kadının saçları bigudilere dolanmıştı, ayakta duruyor ve elindeki kepçeyi sallıyordu hışımla.
"William!! Seni pis gudubet mahlûk! Taze et görmüş kurtlar gibi ağzının suyunu akıtmayı kes!! Onları buraya yolla aşağılık herif!"
Kadın suratındaki öfkeli ifadeye rağmen sevimli bir tipe benziyordu. William dediği adam kafasına çarpan oklavayı alıp başını ovdu ve aniden hafifçe yana eğilip uçan metal bir kepçeden son anda kurtuldu. Genç kadına ve adama arkaya gitmelerini işaret etti ve homurdanıp katırların yürümesi için kırbaç şaklattı.

Zeth, sakince bir nefes aldı ve Myra da hafifçe kıkırdadı. İkisi birden arkadaki faytona yaklaştıklarında kadın oğlunu arka tarafa itekledi ve misafirlerini güler yüzle karşıladı.
"Ah, tanrım!" diye bir feryat koydu hemencecik, "Bu halde neyin nesi zavallı yavrum!" Büyücüye döndü, "Yoksa ona bunları giydirip onu böylesine döven sen misin?!" Sonra hızlı bir hareket ve şefkatli bir ses tonuyla tekrar Myra' ya döndü ve çıkması için ona elini uzattı, "Ah, ah. Gel buraya küçüğüm. Söyle bana, ne oldu sana böyle? Bu kılıkta nedir, ah tanrım!"

Zeth' den olabildiğince yüksek bir "Hıh" nidası çıkmıştı sadece, adam gözlerini devirip bir kez daha derin bir iç çekti. Sevilmemeye ve her zaman ilk şüpheli olmaya alışkındı. Sessizce durdu kenarda ve Myra' ya bakmaya başladı. Genç kadın üstündeki paçavralardan memnun değildi; ama paçavralarının bir başkasının yüreğine ineceğini hiç düşünmemişti. Utangaçça ve gayet saygıyla kadına durumun öyle olmadığını anlatmaya çalıştı. Kadın bir süre sonra ikna olmuşa benziyordu, "Ah küçüğüm, ah," deyip duruyordu ha bire. Kadın büyücüyü süzdü; ama bu sefer bakışları azarlayıcı değildi.
"Hadi, hadi. Acele et genç adam," diye şakıdı, sonra Myra' yı faytonun içine doğru itekledi, "Bred! Bred! Öne geçte katırları sür seni miskin velet."

İnce, uzun, çocuk içerden çıktı ve sürücü yerine oturdu, "Yardım ister misinizi bayım?" diye sordu, çilli bir suratı vardı ve sanki biri onu küçükken ellerinden ve ayaklarında tutup sıkıca çekmiş gibi duruyordu. Zeth homurdanıp faytonun sürücü kısmına tırmandı ve çocuğun yanına oturdu. Tombul kadın faytonla sürücü bölmesi arasındaki pembe çiçekli perdeyi çekti. İçerden hâlâ yakınmaları geliyordu. Şehrin gürültüsünden kaçmak için ormandan yolculuk etmeyi seçmişti. İnsanlardan uzak durmak için keçi patikaları dışındaki yolları nadiren kullanırdı. Şimdi ise tıngırdayan bir faytonda iletişim kurmasına ihtimal olmayan tiplerle bir aradaydı. Suratı gittikçe asılırken gözlerini yola dikti.

Kadının konuşmaları, Myra' nın sözcüklerini bastırıyordu. Genç kadın esir alınmış gibiydi, takırtılar tokurtular geliyordu içeriden. Tombul kadının, "Seni bu paçavralardan kurtarmak gerek" dediği duyuldu, "Bred! O sedef kakmalı ahşap sandığı nereye koydun çocuk?" diye seslendi içeriden. Oğlan kafasını çevirmeden cevapladı, "Orda bi' yerde olmalı annee."
"Ah buldum işte!"
"Hanımefendi, gerçekten hiç gerek yok. Ben bö--"
"Hâlâ o paçavraları çıkarmadın mı sen?"
"A-ama ben--"
"Çıkar hadi, çıkar."
Birkaç takırtı daha duyuldu, sonra bir sessizlik bürüdü ortalığı. Sonra tombul kadının sesi duyuldu, "Hmm... ah bi'tanem senin yaşındayken Matilda Anne' nin memeleri daha büyüktü! Sana hiç mi yemek yedirmemişler, sütun gibisin!"
Yüzü giderek kızarırken Zeth bu utanç verici cümleyi duymamış gibi yaptı. O, böyle bir konuşmaya asla tanık olmamıştı. Ona göre kadınlar, garip yaratıklardı. Biri onlar hakkında kitap yazmalı diye düşündü. Böylece kolay bir şekilde öğrenebilirdi. Oğlana döndü,
"Ne kadar yolumuz var şehre?" diye sordu.
"Ööö... Sanırım bütün gün gidersek... Akşama varırız," diye yanıtladı onu, o arkada olup biteni algılamıyormuş gibi görünüyordu. Aptal aptal önüne bakıyor ve arada bir eğeri çekiştiriyordu.

"Eğil, dikkat et soğuktur," dedi Matilda' nın sesi içeriden, bir kova dolusu suyun boşalmasına benzer bir şey duyuldu ve karşılık olarak ufak bir çığlık kopardı Myra.
"Ahahaha, sana soğuktur demiştim. Gel de şunları temizleyelim," birkaç dakika içinden, perdenin arkasından buram buram melisa kokuları yükseldi, "belki de sana korse giydirmeliyiz, o zaman göğüslerin daha büyük görünür," dedi Matilda.
"Ha-hayır... Böyle i-iyi. Teşekkürler," diye yanıtladı onu Myra, ses tonundan yüzünün ne kadar kızardığı ve utanmış olduğu belli oluyordu. Zeth' in yüzüne bir sırıtış yayıldı, bu sefer arkadan gelen sesler onu eğlendirmişti. Çantasından kitabını çıkardı tekrar ve birkaç gecedir boğuştuğu mısraları bulup çalışmaya devam etti.

On dakika kadar sona Matilda' nın perdeyi hışımla açması yüzünden oğlan da Zeth de yerlerinden zıpladılar hafifçe. Matilda perdeyi bir yere sabitledi, tatlı bir melisa kokusu vardı hâlâ. Tombul kadın halinden hoşnut gibiydi. Myra faytonun arkasında oturuyor, arkalarında kalan yola açılmış kanatlı kapılardan dışarıyı izliyordu. Matilda oğluna ve büyücüye koca bir dilim elmalı turta uzattı, "Hadi yiyin bakalım, öğlen yemeği için durmayacağız," dedi ve göz kırpıp, "Ben yaptım, buralarda kimse Matilda gibi iyi turta yapamaz," diye şakıdı ve arka tarafa, Myra' nın yanına geçti. Zeth, turtadan bir ısırık aldı ve gerçekten güzel olduğunu düşündü. Yakında öğleyi geride bırakacaklardı ve bu kısa sürede varacaklarına işaretti. Kitabına geri döndüğünde kaşları çattı gene. Eski bir parşömenden bulup kitaba eklediği bu büyü ona çok zor ve karmaşık geliyordu. Dili bilmesine rağmen terimler onu oldukça zorluyordu. Hepsi bir yana, büyünün daha ne işe yaradığını bile çözememişti. Kafasını kitaptan kaldırıp iç geçirdi ve hafifçe arkaya dönüp Myra' ya baktı. Savaşı kaybettiği beli oluyordu. Parlak turuncu rengindeki saçları omuzlarına oradan da sırtına yayılmıştı. Temizlendiği için, çok kısa olan kâkülleri alnında rahatça seçilebiliyordu. Matilda önden birkaç tutamı arkaya doğru bağlamıştı, bu Myra' nın yüzünü ve dolayısıyla hafifçe pembeleşmiş yanaklarını da ortaya çıkarıyordu. Üzerinde; fazla zarif olmasa da göze hoş gelen beyaz işlemelerin olduğu soluk yeşil bir elbise vardı. İç etekliği hafifçe kabarıktı ve etek uçlarından beyaz beyaz uzanıyordu faytonun ahşap zeminine. Omuzları düşmüş ve geniş kolları Myra için uzun gelmişti. Matilda ona turtadan bir dilim verirken bakışlarını yerden alamadı. Zeth' in, onun bu haline içten içe gülüşü yerini yavaşça alaycılıktan şefkate bırakıp dudaklarına yayıldı. Genç kadın, kendi içinde hâlâ bir çocuk gibiydi. Yalnız ve savunmasız kalmak onu kendince güçlendirmişti. Bir... Kabuğu vardı, sert ve kırılması güç. Belki de başı hiç okşanmamıştı, sevgi görecek kimsesi olmamıştı. Tıpkı... Tıpkı benim gibi, diye düşündü Zeth. Sonra irkildi, düşüncelerinin farkına vardı ve onları zihninden uzaklaştırıp önüne döndü. Yüzüne geri dönen o suratsız ifadeyle tekrar kitabına gömüldü.
"Kocan kitaplarla senden daha fazla ilgileniyor sanki" diye bir mırıltı yükseldi arkadan.
"O benim karım değil!" diye hızla geriye döndü Zeth, bu sırada boğuk bir öksürükle nefessiz kalmış Myra' nın sırtına vuruyordu Matilda, "Ayh! Dikkat et, yukarı bak bakayım. Nefes al kızım."
Zeth yanaklarının yandığını hissetti, utanıp sıkılmıştı iyice. Bu da neydi ki şimdi böyle? Bedensiz bir gölgeden duymak ayrı, bu yaşlı kadından duymak ayrıydı. Myra birkaç kez daha öksürdü, başını salladı. Yanakları yakında saçlarından daha parlak olacaktı. Tombul kadın Zeth' e, hadi canım, dercesine bir bakış atmıştı. Sonra genç kadına bir kadeh şarap ikram etti, böylece Myra' nın öksürüğü geçti.
"Yine de," dedi kadın, "bir adam, güzel bir kadın yerine kitaplara gömülüyorsa... Bu hayra alamet değildir." diye mırıldandı. Myra' dan ufak bir boğulma-öksürme karışımı sesler yükseldi. Matilda onun sırtın vurdu hafifçe ve bir mendil uzattı. Zeth, hışımda önüne dönüp kitabına daha da gömüldü. Artık öfkelenmeye başlamıştı, nende insanlar burunlarını hep başkalarının işine sokarlardı ki? Genç olabilirdi, aslında orta yaşlı sayılırdı; ama yine de gücü birçoklarından fazlaydı. Dilinin ucuna gelen sözleri yuttu sinirle, kitabının sayfaları arasına şuursuzca gömdü kendini.


eşeli, coşkulu şarkıların, türkülerin uğultusu artlarına kadar açık şehir kapılarından taşıyordu. Şehir meydanı renk cümbüşü içindeydi, her ırktan ve yaştan insanı barındırıyordu. Diller ve tenler karmaşası akıp gidiyordu sokaklarda. Hava, allı pembeli duvağına bürünmüş genç bir kız gibi hafif nazlı, batının kollarına bırakıyordu kendini. Büyücü, yanında yeşilimsi bir hareket hissetti. Myra, yanakları kızarık ve bir eliyle beceriksizce elbisesinin göğsünü kapatmaya çabalar halde, Zeth' in yanına çöktü. Büyücünün burnuna melisanın o tatlı kokuları çarptı tekrar. Matilda arkalarında belirdi ansızın, ikisinin de omuzlarına abandı. Genç kadın ve büyücü ister istemez bir birlerine doğru devrildi hafifçe.
"Ooh-hoho! Panayır neredeyse başlamak üzere!" diye şakıdı ve faytonun içine girdi tekrar. Şarkılar söyleme başlamıştı. Fayton, şehir kapılarından girerken Zeth kitabını çantasına yerleştirdi. Sıra sıra kurulmuş tezgâhlar, faytonlara bağlanmış tenteler altında satış yapanlarla doluydu. Cadalozlar, büyücüler, hokkabazlar, çingeneler ve göçebeler her yanı sarmıştı. Küçük krallıklara ait şövalye ve savaşçı grupları da aralarından tek tük seçiliyordu. Myra' nın gözleri onlara kaymıştı. Dikkatlice askerleri süzdü, bu sırada fayton kalabalık yüzünden durmak zorunda kalmıştı. Öndeki faytondan William' ın birkaç lanet savurduğu duyuldu. Kalabalık hayvanları ürkütmüştü. Zeth, arkasına doğru seslenip Matilda' ya teşekkür etti ve duran faytondan hiç tereddüt etmeden atladı. Myra duraladı, bir şeyler söylemek için dudaklarını aralamıştı; ama öylece kalıverdi. Zeth uzaklaşmadan önce kadına başıyla hafif bir selam verdi ve kalabalığın içine doğru attı adımlarını; ama birkaç dakika içinde kendini Myra' ya elini uzatırken buldu. Genç kadın faytondan inmek için hamle yapmıştı, eğer eteği bu kadar uzun olmasaydı ya da bastığı yeri görebilseydi herhalde onun için daha iyi olurdu. Taşların dizili olduğu yere kapaklanırken cılız bir nida koyuvermişti.
"İyi misin cesur savaşçı?" dedi hafif bir alayla Zeth.
"E-evet... Sanırım. Eteğime bastım," dedi Myra. Belki de farkında olmadan büyücünün uzattığı elini tuttu ve kalkmasına yardım etmesine itiraz etmedi. Ayağa kalktığında önüne düşen saçlarını arkaya attı, boynundaki altın zincir göğüslerine doğru uzanıp soluk yeşil kumaşın ardında kayboluyordu.
"Eee..." dedi biraz tereddütle, "nerde şu bahsettiğin han?"
Zeth' in yüzü ciddileşti, Myra' ya sonrada kalabalıkta hâlâ bir milim bile ilerleyememiş olan Fayton' a baktı.
"Bu insanlarla daha rahat ve güvende olursun, muhtemelen benimle olacağından daha fazla," dedi Zeth hafifçe sırıtıp.
Myra isteksizce gülümseyip gözlerini kaçırdı, "Evet, haklısın." Aklına, çakıllı yolda gölgelerden bir anda beliren adam gelmişti, bir kara büyücü, "Senin türüne karşı pek şansım yok," diye bitirdi sözlerini. Durdu, bakışları kalabalığı süzüyordu şimdi. Faytona doğru döndü sonra. Sürücü bölmesine çıkan merdivenler tam önünde duruyordu.
"O zaman, sana iyi yolculuklar cesur savaşçı," son kelimeleri alayla ve bastırarak, zehirli bir yılanın ısırığı gibi söylemişti. Myra, eteğini kaldırdı ve ayağını basamaklardan birine attı, yüzünü büyücüye çevirdi ve kahverengi bakışlarını büyücünün simsiyah gözlerine dikti;
"Öyleyse, size de iyi yolculuklar beyefendi. Yardımlarınız için teşekkür ederim."
Sesinde alay yoktu; ama garip bir resmiyet havası hâkimdi. Sözcükleri bile daha resmi olmuştu. Kendini yukarı çekti. Faytonun içine girdiğinde Matilda' nın sesi duyuldu gene. Bir şeyler söylüyordu; ama kalabalıktan ve panayırın gürültüsünden sözlerini seçmek mümkün değildi.

~*~

Zorlukla nefes alıyordu. Gri perçemleri terli alnına yapışmış, cüppesi kendi kanıyla ıslanmıştı. Bacağındaki yara çok kötü olmamasına rağmen yürümesini zorlaştırıyordu. Kan içinde kalan eli, çok daha ciddi yara alan göğsünü tutuyordu. Kırık bir ok gövdesi parmaklarının arasından sırıtıyordu. Ağzından birkaç lanet savurarak bir duvara yaslandı. İhanete uğramıştı; ama kabul etmeliydi, tuzak planı oldukça parlak fikirli birini işiydi. Yine de kurtulmuş ve almak için geldiği şeyi almıştı. Bunu yaparken bir grup adamı öldürmek zorunda kalmak onun için pek de can sıkıcı bir durum değildi. Can sıkıcı olan, onunda ölmek üzere oluşuydu. Duvara sürtünerek, ağır adımlarla aksayarak yürümeye devam etti. Gecenin bu karanlığında, panayır şenlikleri için hazırlanana insanların dinlenmek için evlerine ve çadırlarına çekilmiş olması büyük bir şanstı. Ne yöne gittiğinden artık pek emin değildi, dahası tek düşündüğü yaralarını iyileştirmekti. Bu şehirden çıkıp bir an önce ormana sığınmalı ve kendini toparlamalıydı; ama bunun için bile yeterli gücü olmadığını Egzona' nın taşlarla döşeli yolları ona sertçe hatırlattı. Sokağın köşesine anca varmıştı ki bedeni artık onu taşıyamadı. Yere yığılırken yeşil taşlı, gümüş bir yüzük avuçlarından kayıp metalik bir çınlamayla taşların arasında sekti.
"Bred, hepsini taşıyabileceğinden emin misin? Sanki biraz fazlalar," dedi bir ses, genççe bir kadın ait gibiydi.
"Sanırım... Yaparım," diye karşılık verdi daha toy ve miskin gelen bir erkek sesi. Ayak sesleri yaklaşıyordu. Bir kaç dakika sonra yerde sürürcesine yürüyen adımlar devam ederken, kendinden daha emin olan adım sesleri kesilmişti. Bunu fark edince erkek olan da durup döndü, "Bayan?" dedi; ama kadın ona cevap vermedi, adımları hızlandı ve yeşil bir pus gibi sokağın köşesine yığılmış karaltının yanına çöktü;
"Zeth?!"
Myra, büyücüyü çevirmeye çalıştığında ellerine kan bulaşmıştı. Sağa sola bakındı, üçünden başka kimse yok gibiydi. Yüzünü bir endişe sardı genç kadının, panayır ışıkları altında büyücünün elinin biraz uzağında parıldayan bir şey fark etti. Kaşları çattı, ardından uzanıp onu aldı çarçabuk ve
"Bred, yardım et. Yardım et, onu çadıra taşıyalım," diye seslendi. Çocuk kucağındakileri bir kenara bıraktı, ikisi birden büyücüyü omuzladılar, olabildiğince çabuk ve kimseye görünmemeye çalışarak onu faytonlarının yanındaki çadıra taşıdılar.



Tombul kadın, kahverengi saçlarındaki bigudileri çıkarırken fark etti onları. Önce üçünün de yararlı olduğunu sandı; çünkü büyücünün kanı genç kadının da, kendi oğlunun da üstüne bulaşmıştı. William' ın bir handa sızıp genç kızlara sarktığı ve ihtiyaç duyulduğunda ortalıkta olmadığıyla ilgili birkaç şey homurdanıp ikisinin yararlı büyücüyü faytona taşımasına yardım etti. Ahşap yapının kanatlı kapılarını kapattı sıkıca ve pembe çiçekli perdeyi çekip Bred' i oraya nöbetçi dikti. Myra' nın eli çabuktu, savaş meydanında nasıl hayat kurtaracağını, ok kıracağını, yara dikeceğini öğrenmişti. Matilda faytonun içindeki fenerleri yakıverdi hemen. Genç kadın da dikkatlice büyücünün pelerinini ve giysilerini sıyırdı üzerinden. Göğsündeki oku inceledi. Kulağını dayadı, yokladı. Okun, akciğerlere girip girmediğinden emin olmaya çalışıyordu. Tombul kadın endişelenmeye başlayacaktı ki, kızcağızın ne yaptığının bilincinde olduğunu fark etti; çünkü Myra, Zeth' in dişleri arasına bir bez parçası yerleştirmiş ve oku çıkarmıştı. Baygın olmasına rağmen acıyla kasılan dişleri arasında sıkılmıştı bez parçası. Myra, faytonun içinde bulduğu birkaç temiz bez parçası ve suyla yarayı temizlemeye başladı.
"Yaraya saracak bir şeyler lazım ve acısını dindirecek bir şey... Kenevir otu var mı? Ya da herhangi bir merhem? Başka bir şey?"
"Ah, küçüğüm ben cadaloz değilim ki. Ah, dur!"
Matilda birkaç dolabı karıştırdı, beyaz, oval bir kutu çıkarıp Myra' ya uzattı.
"Bunu geçen sene Bred' in ablası yaptı. O bir Druid," dedi Matilda, sesinde gizli bir gurur vardı. Myra, kapağını açtığı şeyi kokladı ve tereddüt etmeksizin büyücünün yaralarına sürdü. Yaşlı kadın, beyaz bir çarşaf çıkardı başka bir dolaptan ve onu şeritler halinde yırtıp Myra' ya verdi. Kadın, merhemi sürdükten sonra yaraya tampon olacak bir bez parçası yerleştirdi ve Matilda' nın yırttığı şeritlerle onu sıkıca sardı. Sonra büyücünün pantolonunu indirdi. Okun sıyırdığı; ama büyücünün uyluğunda derin bir yara bıraktığını gördü. Onu da temizledi, merhem sürdü ve tampon hazırlayıp sardı. Matilda kalınca bir örtüyle örttü büyücünün üstünü, üşümesin diye ve sonra Myra' yı biraz geriye çekti. Genç kadının üstü başı kan içinde kalmıştı. Soluk yeşil elbiseyi onun üstünden sıyırdı, yüzüne ve göğsüne bulaşan kanları temizleyip bir yandan da ona sakin olup kafasını toplamasını öğütlüyordu. Kanları temizlediğin de ona beyaz, şifon bir gecelik giydirdi. Matilda kanlı elbiseyi alıp faytondan çıkarken Myra, Zeth' e yaklaştı. Elini onun alnına koydu ve daha sonra temiz bir bezi, temiz suya batırıp büyücünün yüzünü sildi. Bunu birkaç kez yaptıktan sonra da alnına ıslak bir bez koydu.

Zeth' in bedeni ateşler içinde yanıyordu. Zihni, bir birine karışmış renklerin ve gölgelerin ardından, anılarının puslu derinliklerine yelken açmıştı. Gençliğinin ilk zamanlarına doğru dağılmıştı puslar. Hafif yanık teni ve pamuk gibi beyaz saç sakalıyla ona gülümseyen yaşlı bir adam vardı karşısında. Gözleri gök kadar maviydi, bilgelikle bakıyordu ona.
"Alain," dedi yaşlı adam, "dikkatini ver, hayal kurmanın sırası değil."
"Özür dilerim usta!" dedi çocuk, ardından hafifçe kıkırdayarak. Neşeli bir çıraktı kendisi. Çevresinde birçok arkadaşı vardı. İyi huylu, şakacı; ama aynı zamanda hırslıydı da. Güzel bir yüzü vardı, parlak ve dürüst. Şimdi ki gibi öfkeden oluşan çizgileri yoktu. Gözleri ışıldardı güldüğü zamanlarda. Ustasını, babası kadar çok severdi. Hiç kimseye öfkelendiği görülmemişti Alain' in. O zamanlar adı bile farklıydı. Bir gecede bütün bunların değişebileceğini tahmin bile edemezdi.

Çalışmalarına ara vermişti. Çok uzun süre çalışmazdı; çünkü zeki bir öğrenciydi. Hemen anlardı anlamasına da biraz dikkati dağınıktı. Bütün kutsama büyülerini ezbere bilirdi. Sabah, ustasıyla birlikte asa yapmak için uygun bir ağaç bulmuşlardı. Sopa masanın üzerindeydi. Büyük bir hevesle bakıyordu ona Alain. Birden kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Ustasıydı gelen, yüzü endişe doluydu. Yanağındaki sıyrıktan beyaz sakalına kanın kızıl rengi bulaşmıştı.
"Saklan hemen! Çabuk! Hayır, kitaplarla vakit kaybetme sadece saklan!"
Alain ne zaman emir aldığını bilirdi. Ustasının dediğini yaptı ve saklandı. Etrafta çığlıklar o kadar fazlaydı ki hiçbir şey duyamıyordu. Bağıranlar, kılıç sesleri, duman. İçinde bir şey koptu ve ustasına bakmak için sessizce yerinden çıkıp dışarıya bir göz attı. Barbarlardan biri, ustasının kafasını gövdesinden ayırmış, şimdi de vücuduna kılıç saplıyordu. Yavaşça dışarı çıktı Alain. Etrafına bakınca çocukları ölürken, kızları tecavüze uğrarken gördü. Herkes katlediliyordu. Bunu yapanlarsa insanlardı. Daha geçen kış yiyecek verdikleri barbar halk.

Öfke, korku, kin; yüreğini saran alevleri dinmemecesine besliyordu. Bütün hayatıyla, neşesi, coşkusu, enerjisi alevlerin arasına karıştı. Hışımla ardını dönüp kitaplığa daldı. Küçük, kara cildi yıpranmış, eski bir kitap çıkardı raflardan. Bedeni titriyordu öfkeden, sararmış sayfaları çevirmeye başladı hızla. Sözcükler, şekiller gözlerinin önünden kayarcasına geçiyordu. Aradığını bulmuştu, sayfayı baştan aşağı dikkatlice süzdü ve kadim dillere ait sözcükleri sesini çıkarmadan, tekrar edecesine dudaklarını oynatarak okudu. Kitap ellerinden kayıp fırlarken o hızlı adımlarla kapıda bulmuştu kendini, tezgâhtan kaptığı bıçağı öyle sıkı tutmuştu ki parmakları hissizleşiyordu giderek. Diğer elinde bir kesik açtı ve kanını akıtırken, yavaş adımlarla katliamın içine doğru ilerledi. Dudakları aralandığında çağrı sözcükleri emir nidaları gibi dökülüyordu. Dört bir yanda karanlığı giymiş ruhlar peydahlandı. Varlıkları bile tüyleri diken diken ederken umutsuzluk işliyordu canlıların damarlarına. Her yere saldırmaya başlamışlardı, insanların yaşamlarını emip çıkarıyorlardı. Çığlıklar ve yakarışlar bu gölge yaratıkları mest ediyor, olmayan yüzleri kahkahalarla gülüyordu adeta. Alain' in gözüne bir barbar oğlanı takılmıştı, on dört yaşında bile değildi çocuk. Korkmuştu, saklandığı yerde hıçkırıklar içinde ağlıyordu. Elini kaldırdı Alain, sözcükler ağzından zehir gibi dökülüp oğlanın çevresine alevden bir zindan ördü. Çocuk diri diri yanmaya başlamıştı, genzini parçalarcasına attığı canhıraş çığlıklarına Zeth' in faytonun içini doldura haykırışı eklendi.

"Hayır, kalkma. Dinlenmen gerek," dedi kısık bir ses. Parmak uçları soğuk, avuçları sıcak bir çift el büyücünün omuzlarını kavradı. Kalkmasını engellemek ister gibi tutuyordu onu, yavaşça geriye ittirdi. Zeth' in bakışlarında korku vardı, çığlık atan çocuk gözlerinin önündeydi. Panik içindeydi, kendini Myra' nın kollarından kurtarmaya çabalarken yaraları varlıklarını acıyla hatırlattılar.
"Ahhh! Bütün lanetler adına nerdeyim ben?"
Myra böyle bir karşılık beklemiyordu. Zeth debelenip ondan kurtulmayı denerken bir yandan da acı içinde kıvranıp kalıyordu. Genç kadın onu engellemekte zorlanıyordu, öne doğru atıldı ve ona sarılıp geriye, ardındaki yastığa doğru itti. Yumuşak kumaşın ardında Zeth sargılı, çıplak bağrına değiyordu Myra' nın göğsü. Teninden ve saçlarından yayılan melisa kokusu şimdi huzur verici bir sıcaklık da sağlıyordu. Dudakları büyücünün kulağına çok yakındı ve kadın usulca fısıldadı;
"Sakin ol, Zeth. Güvendesin, sadece dinlen. Güvendesin."
Anıları yavaş yavaş yerine gelmeye başlarken görüşü ve duyuları da netleşmişti. Gözleri eskisi gibi parladı bir an, "Yardımın için çok sağ ol," dedi gülümseyerek. Birden o parlaklık yok oldu ve yerine gözleri iri iri açıldı.
"Yüzük?! Yüzük nerde? Onu aldın değil mi? Aldın mı?!" diye feryat etti kriz geçirircesine. Myra anlık bir duraklamadan sonra kendini yavaşça geri çekti. O, üstünden doğrulurken turuncu tutamlar Zeth' in göğsünü ve boynunu gıdıkladı hafifçe. Myra kahverengi gözlerini dikip Zeth' e bir süre boş boş baktı. Üzerinde 'L' harfi olan madalyon altın zinciriyle bu sefer kumaşın önünde sallanıyordu. Oturduğu yerden kalktı ve faytonun içinde birkaç küçük adım attı. Perdelerin arasından ay ışığı süzülüyordu. Omuzları düşük şifon geceliğin içinden, vücudunun hatlarını sergiliyordu hafifçe. İnce, narin kumaşın etekleri o adım atarken yavaşça dalgalanıyordu. Faytonun içine yerleştirilmiş dolaplardan birini açıp aradığını buldu. Büyücünün yanına döndü ve yüzüğü ona uzattı.
"Onu takmadın değil mi?" diye sordu Zeth aniden gelen bir panik dalgasıyla. Gözleri kızın geceliğine kaymıştı. Farkında olmadan onu baştan aşağı süzdü.
"Hayır," dedi Myra, yatağın kenarına oturdu ve eğilip ateşi olup olmadığına bakmak için Zeth' in alnını ve boynunu yokladı.
"Güzel. En azından birimizin kafası hâlâ çalışıyor," diye homurdandı, "Bunca zaman uğraştıktan sonra elime geçen tek şey bu. Halime bak, bir elekten daha çok sıvı sızdırıyorum," dedi sesinde bir hayal kırıklığıyla. "Yine de, hâlâ cazibemi koruyorum ha?" dedi halsiz; ama muzipçe kıza doğru bakarak. Myra, karşılık olarak Zeth' in göğsündeki yaraya bastırdı.
"Uyurken ki kadar ateşli değilsin," diye karşılık verdi büyücü hafifçe suratını ekşitip inlerken. Dolapların yanında duran bir feneri yatağın yukarısına astı ve Zeth' in göğsündeki yarayı kontrol etti.
"Birkaç santim daha aşağıda olsaydı..."
İç çekti, kalkıp yorganı ayakucundan açtı ve uyluktaki sargıları kontrol etti.
"Keselerim nerde?" diye sordu kıza Zeth, sonra sanki yeni bir şey fark etmiş gibi, "Daha da önemlisi kıyafetlerim nerede? Beni çıplak görmek için bunca zahmete katlanmana gerek yoktu bence. En azından ödeştik sayılır," dedi göz kırparak. Gördüğü rüyayı hatırladı ansızın, suçluluk hissi yüreğine taş gibi otururken birkaç düşünce arasında kayboldu. Onu düşüncelerden sıyıran kafasına çarpıp cikleyerek kucağına düşen fare benzeri bir şey oldu. Bu, panayırda satılan küçük oyuncaklardan birine benziyordu, bir elden bile büyük değildi. Muhtemelen bir kedi için yapılmıştı.
"Unut giysilerini, sabah olmadan o yataktan çıkamazsın. Dinlenmen gerekiyor, çok kan kaybettin," dedi hışımla Myra. Ardından yorganı düzeltti ve büyücünün başının üzerindeki fenere uzandı.
"Tamam, o zaman," dedi Zeth yapmacık bir iyilikle. Myra' nın gitmesini beklemek daha iyi olur diye düşündü. "Tekrar teşekkür ederim ilgilendiğin için. Şimdi izninle, uyumak istiyorum," Zeth gülümseyip göz kırptı muzipçe. Bu esprili ve ukala görünüş onun için kalkan görevi görüyordu uzun zamandır. Öfkesini bastırmasına ve iğneleyici tavrı yüzünden de insanların uzak durmasına yardımcı oluyordu.
"Elbette uyuyacaksın," dedi Myra, feneri tuttuğu dolaptan bir mendil çıkardı, onu açtı ve içindeki yaprağı büyücüye uzattı.
"Çiğne," alaycı değildi, neşeli değildi, kendisinden beklenmeyecek kadar ciddi ve sert görünüyordu. Zeth iç geçirdi; ama sorgulayacak sabrı da kalmamıştı. Yaprağı alıp çiğnedi, tadı acımsıydı. Gözlerini kadına dikip konuştu.
"Yutmam mı gerekiyor bunu?"
"Evet," dedi Myra. Mendilin içindeki diğer yapraklara baktı, yapraklar beş-altı büyük damara ayrılıyordu. Yıldızımsı bir şekilleri vardı. Myra mendili katladı ve dolaba geri koydu. Büyücüye dikti gözlerini.
"Şimdi, istemesen de uyuyacaksın," dedi. Feneri dolabın kenarına sabitledi.

Zeth' in kapalı dudakları lanet okudu. En azından biraz vaktim var, diye düşündü. Uzandığı yatakta sakince gözlerini kapadı ve tüm iradesiyle zihnini açık tutmayı denedi. Myra ise onun beklediğinden temkinli ve inatçı çıkmıştı; çünkü kadın onu rahatça görebileceği bir tabureye çökmüştü. Zeth bu duruma sinirlenmeye başlıyordu, çocuk değildi o. Yaralarının sızısı dikkatini dağıtıyor ve Myra' da ona her ne yedirdiyse zihnini bulandırmaya başlamıştı. Kısa süre sonra uykuyla daha fazla mücadele edemedi ve Alvos* onu oğlu Loré' un* olmadığı derin bir uykuya çekti.

Myra, on beş dakika sonra yerinden kalktı. Zeth' e yaklaştı ve ateşi olup olmadığına baktı. Yaralarını kontrol etti tekrar. Sonra sandıklardan birinin içinden, geceliğin üstüne geçirebileceği bir şeyler buldu, ceket ya da basit bir çiftçi kızı elbisesi gibi. Onu giydi, son bir kez daha baktı büyücüye ve çiçekli perdeyi aralayıp dışarı çıktı. Bred ile bir iki şey mırıldandı ve sona ikisinin de sesi kesildi.

~*~

Günün ağarmasına birkaç saat kala faytonun içindenden bir tıkırtı geldi. Genç kadının, büyücüye yedirdiği otun etkisi de geçmişti neredeyse. Pembe çiçekli perdenin dışında Bred' in horultusu kulakları tırmalıyordu. Rüyasız ve ağrısız bir uykudan yavaş yavaş uyanmaktaydı Zeth. Gözleri hafifçe aralanmış; ama uykunun mahmurluğu ve yediği otun etkisiyle mayışmış bir haldeydi, yine de kendine yaklaşan ve uzanan karaltıyı fark etmişti. Aniden tedirgince yerinden sıçrayıp savaşmak üzere hamle yapacaktı ki, hizmetkârı karaltının ardında beliriverdi. Arion' un ansızın ortaya çıkışı faytonun içinde kaynağı belirsiz bir hava akımına neden olmuştu. Çarşaflar dalgalanmış, duvarlara asılı kuru bitkiler hafifçe titremişti. Dolapların arasına sıkışıp kalmış pencereden dışarı kabaran perde içeri puslu ışıkların düşmesine neden olmuştu. Perde, tedirgince yerine kurulmadan hemen önce içeri süzülen ışıklar şeffaf, beyaz kumaşın üstündeki altın bir madalyonu aydınlatmıştı.
"Arion, dur!" diye bağırdı Zeth aceleyle, "O dost, bırak gelsin."
Myra, ardında beliren ve elbiselerini hafifçe uçuran şeyi hissetmişti, duraksayıp arkasını dönerken Arion usulca yok oldu. Hava elementleri iyi hizmetkârlardı; ama biraz saftılar. Sessiz olmalarının yanında sürekli hareket eden bir duman gibi görünürlerdi. Saldırıları ise biraz daha zalimce olurdu. Toprak elementi kadar iyi bir koruma olmasa da, dar alanlara sığabilmeleri ve hava içerisinde dağılıp görünmez olabilmeleri işe yarıyordu. Zeth, Myra' ya döndü.
"Korkuttuğum için özür dilerim," dedi sanki element hiç orda olmamışçasına. Myra kendini gerisin geri bıraktı ve yatağın kenarına çöktü. Giysinin askıları, geceliğin omuzları düşmüş, saçları dağılmış ve yanakları kızarmıştı. Göz kapakları düşüyordu, bakışları net değildi. Yüzünü sıvazlayıp büyücüye döndü.
"Korkabilecek duruma değilim sanırım," dedi, sesinde tatlı bir rahatlık vardı. Yüzüne düşen saçlarını kulağının arkasına kıvırdı ve Zeth' e doğru yaklaştı biraz, neredeyse bütün gece tekrar tekrar yaptığı gibi adamın ateşini ve yaralarını kontrol etti. Teninden ve saçlarından dağılan melisa kokusuna baharatlı bir şarap kokusu eşlik ediyordu. Zeth, yavaşça kıza doğru sokulup hafif bir sesle "Bu kadar nazik bir şifacım olduğu için teşekkür etmeliyim sanırım," dedi. Myra tek kaşını kaldırıp ona baktı.
"Askeri tecrübeyi, cadaloz köleliği tecrübesiyle birleştirince... Birkaç ufak şey yapmak... Hmm, mümkün." Kendini biraz geri çekti, sarhoş olmamasına rağmen ayık olduğu da söylenemezdi. Tutunacak bir şey aradı; ama bulamadı.
"Yaraların nasıl? Ağrıyor mu?" diye sordu.
"Daha iyiler. Senin sayende tabii ki," kıza gülümseyerek göz kırptı. Söylemediği şey -ki aslında ne olduğu hakkında hiç konuşmamıştı- savaş sırasında yaptığı son büyünün, düşmanının enerjisini çekip kendisine aktaran bir büyü olduğuydu. Bu sayede bacağı iyileşmişti ve göğsündeki yara da kapamak üzereydi. Yine de bu tatsız ayrıntıyı paylaşmaya gerek yoktu; zira bu tip büyüleri insanlar çok hoş karşılamazdı.
"Ihhmm... İyi."
Myra ayağı kalktı, biraz yalpaladı. Şifon geceliğin üstüne giydiği elbiseyi çıkartıp sandığın üstüne koydu. Üstünde metal bir kupa olan, ahşap bir fıçıdan biraz su içti. Kupayı tekrar fıçıya daldırdı, arkasını döndü ve hafifçe yalpalayarak Zeth' e yaklaştı.
"Al, biraz su iç."
Metal kupayı ona uzattı eğilerek. Düşmemek için dolaba tutunuyordu, yanaklarındaki kızarıklıklar hâlâ gitmemişti. Zeth sakince doğruldu.
"Dinlenmen lazım. Benden daha kötü görünüyorsun," dedi.
"Hayır, iyiyim… Sadece, biraz ça--"
"Arion, onu buraya getir."
Hava elementi çok da nazik olmayan bir şekilde kadını rüzgârla destekleyerek yatağa doğru savurdu. Myra boş bulundu, ufak bir çığlık koyuverdi ve büyücünün üstüne kapaklandı. Su dolu metal kupa ahşap zemine savruldu. Doğrulmaya çabaladıkça, çabaları sonuçsuz kalıyor gibiydi. Geceliğinin omuzları daha fazla düşmüştü.
"Ben... İyiyim," diye mırıldandı; ama doğrulamadı yine, "Ya-yaraların açılacak... Hava elementinin yara iyileştirebileceğini sanmıyorum."
Zeth, sakince onu yanına yatırdı. Myra direnmek için fazla alkollüydü. Ellerini kızın yüzünün önünden bir yay şeklinde geçirirken Alvos' un adına ait bir-iki mısra mırıldandı.
"Kalk...ma... yaraları--" gibi bir şeyler mırıldandı Myra; ama içkinin etkisiyle zaten gardı fazlasıyla düşmüşken Zeth' in yaptığı büyüyle uykunun kollarında buldu kendini. Derin, rahat bir uykuya dalmış gibi görünüyordu. Göğsü yavaşça inip kalkıyordu nefes alırken. Saçları, turuncu tutamlar halinde beyaz yastığa yayılmıştı. Savunmasız, küçük bir kız gibi duruyordu orada öylece uyurken.
"İyi uykular ufaklık," dedi Zeth. Yataktan yavaşça kalkarak kızın üzerini örttü. Göğsündeki yara henüz kapanmamış olsa da şimdilik idare ederdi. Kendi büyüsüyle iyileşmesini hızlandırabilirdi. Ayrıca uyandığı zaman Myra' nın hiddetine maruz kalacağı kesindi; ama bunu daha düşünmek üzere aklını daha önemli sorunlara yöneltti.

Yaptığı büyü en fazla iki saat sürecekti, bu zaman zarfı ona yeterliydi. Sakince ve sessizce üstünü giyindi. Çıplak olmayı sorun etmese de, Matilda denen şu yaşlı kadına bu halde yakalanmak yerine yapılabilecek daha garip, gereksiz ve sıkıcı işler listesi hazırlayabilirdi. Keselerini de cüppesindeki kemere sıkıca bağladıktan ve her şeyin tamam olduğunu kontrol ettikten sona kendine bir görünmezlik büyüsü yaptı. Pembe, çiçekli perdeyi aralayıp horultular içinde sızmış Bred' in yanından geçti. Çadırları ve faytonları geçip arka sokaklara doğru Arion' un öncülüğünde gözden kayboldu.

~*~

"Hah!" diye bağırdı kahverengi saçlı bir çocuk. On, on bir yaşlarındaydı. Elinde tahta bir kılıç vardı. Gerçek kılıçlarını almadan önce yeni yetmelerin egzersiz yapmak için kullandıklarındandı. Elâ rengi gözlerine yerleşen zafer pırıltılarıyla yeniden konuştu, "İşte seni yendim!"
"Bu haksızlık! Hile yaptın!" diye feryat etti yerdeki, her yanı toprak olmuştu. Başında dikili, kendine tıpatıp benzeyen kardeşine öfkeyle baktı. Tahta kılıcı elinin birkaç santim ötesinde yatıyordu.
"Yapmadım!"
"Yaptın!"
"Yapmadım dedim!"
Ayaktaki çocuk kılıcını atıp kardeşinin üstüne çullandı. Bağırıp çağırıp bir birlerini yumrukluyorlardı.
"Heey!! Kesin dövüşmeyi!"
Sesin sahibi yaşça daha büyüktü. Uzun kahverengi saçları küçük bir atkuyruğu yapılmıştı ensesinde. Yeşil gözleri bezgin bezgin bakıyordu.
"Bir kere olsun kavga etmeden duramaz mısınız siz?"
"O başlattı!"
"Hepsi senin suçundu salak!"
"Off... Kız gibisiniz!"
Uzun boylu çocuk kendi tahta kılıcını yere saplayıp ikizlerin yanına gitti ve onları giysilerinin ensesinden tutarak ayırdı. İkizler, kendilerini sakinleştirmeye çalışan ağabeylerinin çabalarını boşa çıkarıyordu; ama en sonunda birlik olmayı başardılar. Tek sorun, aynı anda ağabeylerine saldırmalarıydı.
"Hey, dur. Hey?! Sizi küçü--"
Üçlüyü uzaktan izleyen iki çocuk daha vardı. Uzun boylunun az önce yanlarından ayrıldığı bu ikilinin de üstü başı toprak içindeydi ve ellerinden sarkan tahta kılıçları bir süre için bir birleriyle çarpıştırmayı bırakmışlardı.
"Yine kavga ediyorlar," dedi daha küçük olan. İkizlerden bile küçüktü. Turuncu saçları sıkıca toplanmıştı ve üstüne gelen bol bir gömlek giymişti. İri kahve gözleriyle kardeşlerini izliyordu.
"Hep kavga ediyorlar," diye yanıtladı biraz daha büyük olan. Aşağı yukarı aynı renklerdeydi saçı, kısa olmasına rağmen perçemleri gözlerine giriyordu. Eliyle onları geriye doğru savuşturdu. Gözleri ağabeyininkiler kadar yeşildi.
"Hey... Bak!" Küçüğün dikkati ağılmıştı. Kendilerinden oldukça büyük bir çocuk, bahçıvanların özenle düzenleyip budadığı çalılıklarla bezeli bahçede dolaşıyordu. Uzun turuncu saçları beline geliyordu ve ensesinde yeşil bir kurdeleyle toplanmışlardı. Kılığı daha düzgün ve resmiydi. Boynuna beyaz bir bez bastırıyordu.
"Hey, Dante!" diye seslendi küçüğün yanındaki el sallayarak. Dante, onları fark edince gülümseyip yaklaşmaya başladı. Kavgacı üçlünü sesleri azalmıştı şimdi. Paldır küldür koşup diğer iki kardeşlerinin yanına geldiler.
"Ah, şu halinize bakın. Toz toprak içinde kalmışsınız," dedi Dante. Kahveli-yeşilli gözlerini kısıp gülümsedi tekrar.
"Dante," dedi uzun boylu olan, "Boynuna ne oldu?"
"Ah, bu mu Cale?"
Dante bezi yavaşça boynundan çekti. Yeni yapılmış bir dövmeydi bu.
"Bunu biliyorum!" dedi en küçükleri, "Bu bir semender! Babamda da var."
"Marius' da da var," dedi ikizlerden biri.
"Evet," dedi Dante, "bu ailemizin ve krallığımızın sembolü. Orduya dâhil olan her seçkin askerde var. Özellikle şövalyelerde."
"Vaay..." dedi bir ağızdan çocukların hepsi.
"Ben de istiyorum!" dedi en küçükleri hevesle.
"Önce şövalye olman gerek," diye burun büktü ikizlerden biri.
"Olurum!"
"Olamazsın! Sen kızsın," deyiverdi diğer ikiz, "Kızlar şövalye olmaz."
"Ben olucam!"
"Olamazsın!"
"Görürsün! Olucam işte! ŞÖ-VAL-YE O-LU-CAM-!!"
Bağrışmalar ve itirazlar giderek puslanan görüntülerle birlikte kısılmıştı usulca. Güneşten bir taçmış gibi başının çevresine dağılan turuncu saçlarıyla yattığı yerde Alvos dokunuşlarını ondan yavaş yavaş çekiyordu. Sırtı faytonun içine dönük, sanki yatakta ikinci bir kişiye yer varmışçasına kılıcına yatıyordu. Gözlerini hafifçe aralarken uyku mahmuru oraya uzandı. Eliyle yokladı, boştu. Gözleri açıldı, sanki orada birisinin olmasını beklermiş gibi bakıyordu. Yüzünü bir endişe ifadesi yayılırken hızla arkasını döndü. Gördüğü şey, endişesini atmasını sağladıysa bile yerine geçen kızgınlık için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Zeth, cüppesi üzerine bir tabureye tünemiş ve kucağında tuttuğu bir kitaba gömülmüştü. Yatak tarafındaki hareketliliği fark edince başını kaldırıp Myra' ya baktı.
"Dinlendirici bir uyku uyuduğun umarım."
Myra hışımla ardındaki yastığı büyücüye fırlatıp, "Dinleniyor olmalıydın!" diye bağırdı. Zeth ayağa kalktı, kıza doğru rahat bir şekilde geldi ve "Sen de dışarı çıkıp askercilik oynayacak oyuncaklar almak yerine, bıraktığım yerde güvenli bir şekilde duruyor olmalıydın," dedi gülümseyerek alaycı bir tavırla.
"Kevgire dönüp sokak köşelerinde neredeyse kendi kanı içinde boğulacak olan ben değildim!!" diye bağırdı Myra ayağa kalkıp. Ahşap zeminde biraz sendeledi, omuzlarından iyice düşmüş olan geceliğin, neredeyse dizlerine kadar gelen kolları sıktığı yumruklarını gizlemiyordu. Zeth' in siyah gözleri kısılıp öfkeyle parladı bir an, sonra homurdanarak faytondan dışarı attı kendini. Dana rahat bir nefes alamamıştı ki Matilda' nın gülümseyen yüzüyle karşılaştı. Çadırdan ve tezgâhtan başını kaldırıp büyücüye döndü.
"Ah, tanrım. Genç adam," etrafa kaçamak bir bakış atıp yüzünde endişeli bir ifadeyle sesini alçalttı, "...bizi çok korkuttun."
Ardından gene gülümsemesi yerleşti yüzüne.
"Kahvaltı istiyorsanız acele edin. Myra' yı da çağır, sıcak turtamız var," diye şakıdı.
"Teşekkür ederim hanımefendi; lakin kahvaltı istemiyorum. Ayrıca, yardımlarınız için de teşekkür ederim. Güneş batarken yola çıkacağım."
"Biraz rahatla genç adam, turtalarım seni yemez," dedi Matilda ve faytona çıkıp Zeth' in eline bir parça tutuşturdu sonra bir şarkı mırıldanarak çiçekli perdeyi aralayıp içeri girdi. Myra' ya bir şeyler söyledi, genç kadın cevap vermedi; ama içerideki tıkırtı sesleri ve hareketlilik izlenimleriyle bir şeyler yaptıkları aşikârdı. Zeth yine sinirle homurdandı, bu tarz ortamlara ve sevgi gösterilerine alışık değildi o. İnsanlar onu geriyordu. Faytondan aşağı inerken çadırların kenarına duran birini fark etti. Ağır adımlarla ona doğru yaklaştığında, adam hafifçe geriye çekildi.

"Beni izlediğini tahmin etmeliydim Bael," dedi Zeth yüz yüze geldiklerinde. Kaslı bir yapısı vardı adamın, gözleri fıldır fıldır dönüyordu. Hareketli bir tip gibi görünüyordu.
"Bu şerefi neye borçluyum?" diye sordu Zeth.
"Saldırıyı duydum. Gitgide artıyorlar farkındasın değil mi?"
"Farkında mıyım?" sesine öfke tünemişti Zeth' in, "Bunca zamandır siz geri zekâlıları uyarmaya çalışıyordum; ama siz beni dinlemediniz. Onun yerine peşimden casus bile yolladınız! Siz apt--"
"Konsey yaptıklarını onaylamıyor, bunu çok iyi biliyorsun," diye sözünü kesti Bael sesini yükselterek, "Ayrıca o casusa yaptığında pek kibarca değildi. Büyü kullanımı sorumluluk ve irade ister. Bunu en iyi senin bilmen gerekir, çırak."
"Söylediğim gibi, umurumda değilsiniz. Onun başlattığı işi bitirmeye kararlıyım. Yolum--" Sözü ikinci kez, bu sefer faytondan gelen bir çığlıkla bölündü. Zeth arkasını dönüp ilerlerken, "Ya beni durdurun ya da yolumdan çekilin üstat. Bu uğurda ödeyeceğim her bedel ufaktır," dedi ve hızlıca faytona doğru ilerledi. Bael, onu ardından bir süre süzdükten sonra, "Bedelini kendi ruhunla ödediğini çok geç anlayacaksın," diye mırıldandı ve ortadan kayboldu.

"Ma-matilda! Hayır, dur! Ben--??!!"
Myra' nın çırpınışları birkaç şangırtı sesiyle kesildi. Matilda çiçekli perdeyi savurup dışarı çıktığında ellerini bir birlerine sürtüyordu, 'iş bitti' ifadesi taşıyor ve gülümsüyordu.
"Hadiii Myra, dışarı çık. Hava çok güzel," derken faytonun yalpalamasına neden olacak şekilde indi. Perde tekrar aralanıp da Myra gözüktüğünde üzerinde deniz mavisi ve yeşil tonlarında bir elbise vardı. Neden çığlık atmış ve çırpınmış olacağı ise gayet rahatça anlaşılıyordu; çünkü göğüslerini sıkıştıran, daha büyükmüş gibi görünmelerini sağlamış ve muhtemelen Matilda tarafından giydirilmiş olan bir korse vardı üzerinde. Altın madalyonu göğüs çatalına düşmüştü. Elini göğsünün altına bastırıp nefes almaya çalıştı, yüzünden bu durumdan nefret ettiği anlaşılıyordu. Tombul ve iyi niyetli kadının kendisine başka 'hanım hanımcık' eklemelerde bulunmasından kaçabilmek için, sürücü bölmesinin tezgâhtan uzak olan tarafına yöneldi inmek için. Zeth' in orada olduğunu ise fark etmedi. İnmeden önce eteğini kaldırdı bu sefer Myra, ilk adımı gayet başarılıydı; ama ikincisi yine eteğine denk geldi ve kendi kendini faytondan aşağı düşürdü. Büyücü bu durumu çatık kaşlarla izlemişti. Myra kendi kendine, elbiselerden nefret ettiğine dair bir şeyler mırıldanıyordu ki Zeth' i ve ifadesini fark etti. Yüzünde alay ya da gülümseme yoktu. Gözleri dalıp gitmişti; ama bakışlarında öfke vardı. Sımsıkı yumruk yaptığı elleri bembeyaz olmuştu.

Birkaç dakika içinde büyücü kızın yanına varmıştı, ona bakıyor; ama onu görmüyor gibiydi. Zihni, anılara ve planlara ait uzak bir yolcuğa kaptırmıştı kendini. Elini uzattı sakince -belki de farkında olmadan- kalkmasına yardım etmek için. Myra tepki veremedi önce, sadece Zeth' e bakmakla yetindi. O fark etmese bile genç kadının yüzündeki ifadede garip bir korku vardı. Sonra, kendi başına ayağa kalktı Myra. Korseyi biraz çekiştirdi.
"Bir şeyler yemelisin... Gücünü koruman gerek. En azından bunu yap," dedi ve biraz tereddütlü, Matilda' nın bulunduğu tezgâhın olduğu tarafa gitmek için adımını atarken duraksayıp döndü, "Sen... İyi misin?"
"Öğleden sonra yola çıkıyorum," dedi sadece.
"Hıı... Tek başına mı?" diye sordu Myra, biraz endişeli görünüyordu.
"Yapılması gereken işler var. Paralı asker tutmaktan pek hoşlanmam. Ayrıca gideceğim yerde muhtemelen korkudan ağlayarak kaçarlardı," diye yanıtladı onu Zeth, hâlâ biraz dalgın görünüyordu. Gözlerindeki öfke perdelenmiş olsa da kaşları çatıklığını koruyordu. 'Eeee..?' dercesine baktı Myra ona.
"Bu demek oluyor ki yalnız gidiyorum."
"Hıı..."
Hafif bir meltem esti, Myra' nın etekleri ve saçları dalgalandı. Boynundaki semender dövmesi göründü bir anlığına. Zeth' in cüppesi ve pelerini gölgelerden kopup gelmişçesine uçuştular.
"Doğrusu... Öğleden sonra ben de ayrılıyorum," dedi Myra, "Hareketlerine dikkat et ve yolculuğa çıkmadan önce sargılarını değiştir," diye de ekledi.
"Nereye gidiyorsun?" diye sorduğunda Zeth' in aklı başka yerdeydi hâlâ ve bir şeyler söylediğinin bile farkına varmamıştı.
"Aaa... Güney... Güneye. Güneydeki birliklere katılacağım, evet," dedi Myra gözlerini kaçırarak. Yanakları pembeleşirken birkaç kez yutkundu ve etrafa bakındı.
"Seni yarı yolda bırakan birliklerine geri mi katılacaksın?" Zeth merakla baktı, "Kimse bu kadar aptal olamaz."
"Ha-hayır, bunlar onlar değil."
Myra duraksadı, yanakları biraz daha kızardı, "Hem, beni kimse yarı yolda falan bırakmadı. Bi-biz iki kola bölünmüştük. Birbirimizden haber alamıyorduk, biz... Ben, şimdi onlara katılacağım. Ku-kuzeye giden birliğe ne olduğunu bilmek isteyeceklerdir, hem desteğe ihtiyaçları olabilir," dedi, nefessiz kalmıştı.
"Eminim ki güzel bir kız orduyu bayağı keyiflendirir. Ben de Güney' e gidiyorum. Yolumun üzerinde sanırım birkaç kasaba olması lazım. Eğer istersen benimle gelebilirsin."
"Peki... Tamam," dedi Myra hafiften iç geçirerek, "Kahvaltı?"
Zeth kafasını salladı, acıkmıştı.
"O zaman hazırlıklarını çabu--"
"Hazırlıklarımı dert etme."
"Peki, bir iki yere daha uğramam gerek. Öğlen sıcağı geçince yola çıkarız."
Başını salladı Myra, 'tamam' anlamında, "Yürüyecek miyiz?" diye sordu, bu arada eteğini kucağına toplamıştı, dizinden yukarısına kadar görünüyordu bacakları. Faytonun basamaklarına yöneldi. Sürekli eteğine basıp düşmek onu çileden çıkarmıştı anlaşılan.
"Uçmayı henüz öğrenemediysen, evet. Yolun bir bölümünden sonrasında karanlıkta ve gizli yolculuk edeceğiz. Benimle yolculuğun dezavantajlarından biri; ama kasabaya gelmeden bunu yapmak zorunda kalmayacağımızı umuyorum."
"Hmm... At alabiliriz, diye önerecektim," dedi Myra dalgınca, "İki sokak ötede bir han var, müşterilerinden biri içtiğinin parasını ödemedi diye atlarına el koymuş. Satıyordu en son, fiyatları da iyiydi."
Kendini basamaktan yukarı çekti, "Ata binmeyi bilmiyor olamazsın herhalde?" dedi, sesi uzun zamandır ilk kez alay taşıyordu.
"Gizlilik kısmının neresini anlamadın acaba? Bir at ile fazla açık bir hedef oluruz. Dediğim gibi benimle gelmek istersen yolculuk şartlarımız bunlar; ama belki daha uzağa giden rahat ve konforlu kervanlar da bulabilirsin yorulmayasın diye," dedi sinsi bir ses tonuyla. Myra' nın kızıp kendini kanıtlayacak bir davranış sergilemesini bekledi.
"Atlarla da gayet gizli ve hızlı hareket edilebilir. Ah," eteğini iki yana savurup eğildi, "...ama elbette majesteleri nasıl isterse öyle gidilecektir, zavallı bir kızcağız nasıl dil uzatmaya teşebbüs edebilir ki?"

Doğruldu, büyücüye garip bir bakış attı. Basmamak için eteğini toparlayıp perdenin ardından girdi. Zeth umursamadı, onun ne düşündüğüne aldırmıyordu. Yolda görülmemek şu an için aklını kurcalayan tek şeydi. Myra birkaç dakika ve takırtı sesinden sonra dışarı çıktı. Omzunda çuvalımsı bir çanta vardı ve elinde de kumaşa sarılmış, aşağı yukarı kendi kolu uzunluğunda bir şey vardı. Eşyaları yere, Zeth' in ayaklarının yanına attı. Kumaşa sarılı şey yere çarptığında boğuk metalık sesler çıkardı. Eşyalarının ardından Myra' da atladı. Yüzünde, neden bunu daha önce düşünmedim ki, dercesine bir ifade oluştu. Çantayı ve kumaşa sarılı şeyleri alıp, "Matilda kahvaltı için turta yapmış," dedi ve tezgâh tarafına doğru yürüdü. Zeth izlemeyi bitirdiğinde gözlerini devirerek bir iç geçti. Belki de bu kızı yanına alarak, atla gitmekten çok daha fazla risk almıştı. Onun ardından giderken derin bir iç çekti tekrar ve "Yol çok uzun olacak," diye mırıldandı.